Stanislaw Lem - Solaris

Polonyalı yazar Stanislaw Lem, “Solaris” isimli felsefi bilim kurgu romanında okura iki güneşi olan bilinmeyenlerle dolu bir gezegen sunuyor. Bilinmeyenden öte, insan aklının, kavrayışının ötesinde jelatinimsi okyanusun olduğu bir gezegen. Tabii gelişmiş teknolojisi olan insanlar da bunu anlamak ve keşfetmek için yıllarca didinir.

Stanislaw Lem’in “Solaris” romanı Dr. Kris Kelvin’in uzay yolculuğu ve Solaris’teki istasyona varışı ile başlar. Bir zamanlar yüzlerce kişinin aynı anda çalıştığı, deney yaptığı, anlamaya, keşfetmeye çalıştığı Solaris istasyonunda şimdi sadece üç kişi var. Kelvin de dördüncü olacaktı.

Solaris gezegeni bildiğimiz gezegenler gibi değil. Çok farklıdır. Ondan dolayı bilim dünyası için onu anlamak, keşfetmek önem taşır. Hatta bir takıntıya dönüşür. Yazar da ana karakter Kelvin’in anlatımından okura gezegen ile ilgili bilgiler verir.

“Ben doğduğumda Solaris bulunalı yüz yıl olmuştu.
  Gezegen, biri kızıl diğeri mavi iki güneş çevresinde dönüyordu. Bulunuşundan sonraki kırk beş yıl boyunca Solaris'e giden uzay aracı olmamıştı. O zamanlar, iki güneşli gezegenlerde yaşamın olanaksız olduğu yönündeki Gamow-Shapley kuramına kuvvetle inanılıyordu Gezegenin iki güneş çevresinde izlediği yol boyunca çekim gücünde oluşan değişme yüzünden yörünge de durmadan değişiyordu.
  Çekim gücündeki dalgalanmalarla gezegenin yörüngesi bir düzleşiyor bir eğriliyor ve yaşam ögeleri ortaya çıksa bile ya şiddetli sıcak ya da ısıdaki büyük düşüşler yüzünden bunlar da yok olup gidiyordu.” (s. 23)

İki güneşi ve yaşam barındırmaya elverişsiz koşullar taşıması gerekirken, bilim adamlarının tahminlerinin tersi yaşanıyor Solaris’te. Asıl bundan dolayı bilimin çok ilgisini çeker. Bütün bilim kurallarına ve teorilerine ters gelen vakaların odağında ise gezegenin neredeyse tamamını kaplayan okyanus olduğu tahmin ediliyor.

“Gezegen, tümünün toplam alanı Avrupa'nınkinden de küçük, dümdüz, yükseltisi olmayan sayısız adanın benek benek süslediği bir okyanusla kaplıydı. Buna karşılık gezegenin çapı dünyanınkinden beşte bir daha büyüktü.” (s. 24)

Solaris’e ilk önce keşif seferleri düzenleyen, daha sonra istasyon kurarak mercek altına alan bilim insanları, bu gezegen ve okyanusu anlamak için muazzam kaynaklar ayırır, yıllarca gözlem, deney yapar. Solaris’le ilgili kütüphaneler dolusu kitaplar yazılır. Farklı teoriler, varsayımlar üretilir. Bunu yenileri izler, eskileri unutulur.

Romanın ana karakteri gezegene geldiğinde Solaris ile ilgili araştırmalar bu düzeydeydi. Giderek belki de ümidini yitiren ve boşuna uğraşıldığını düşünen Solaris araştırmacıları, artık bu gezegeni araştırmaya sadece üç kişiyi bırakmışlardı. Kelvin gezegene geldiğinde istasyonda sadece Snow ve Sartorius var ve gelir gelmez de Gibarian’ın öldüğünü öğrenir.

İstasyondaki araştırmacılardan biri olan Snow ise onu istasyonda başka birilerini görebileceği konusunda uyarır. Peki bu nasıl olabilir. Dünya’dan çok uzakta ve sadece üç kişinin olduğu bu gezegende nasıl başkaları olabilir. Bu sorulara cevap alamadan Kelvin bir gün uyanır ve yıllar önce ölen eşinin odasında oturup kendisine baktığını görür.

Solaris araştırmacılara çözmeleri için yeni bir bilmece sunmuştur . Solaris’te deney yaptıklarını sanan bilim adamları şimdi kendileri fark etmeden Solaris’in deneyi olmuşlardır. Beyinleri, bilinçleri, geçmişlerini didik didik eden gezegen ya da okyanus, onlara bilinç altındaki en saklı arzularını sunuyordu. Bunu uzun uzun düşünürler. Bu bir hediye midir, ceza mıdır, yoksa hiç bir anlamı olmayan bir olaydır.

Bütün bunları düşünürken, Kelvin bir çok şeyi sorgulamaya başlar. En başta insanların neden uzayı araştırdıkları, ne bulmayı ve nasıl bulmayı amaçladıkları ile ilgili düşünür.

“Bu da bir başka yalan! Yalnızca İnsan’ı arıyoruz biz, başka dünyalara gereksinimimiz yok. Ayna gerek bize. Başka dünyaları ne yapacağımızı da bilmiyoruz. Tek bir dünya, kendi dünyamız, yetiyor bize. Ama olduğu gibi de kabul edemiyoruz onu. Kendi dünyamızın ülküsel bir imgesi peşinde koşup duruyoruz hep: Bizimkinden üstün bir gezegen. üstün bir uygarlık arıyoruz, ama kendi geçmişimizin prototipi üzerinde gelişmiş olsun istiyoruz.” (s. 86)

Kitabın bir kaç bölümünde yaşananlar ele alınırken felsefi tartışmalara girilir. Okyanus nedir? Belli şeyleri üreten bir canlı mıdır? Canlıysa iletişime geçmeli ancak iletişim kurma, bağlantı kurma çabaları boşuna çıkar.

Bu tartışmalar yapılırken yazar bazı kavramları Hristiyanlık’tan ödünç alarak kullanır. Benzetmeler yapar. Kelvin ise bütün yaşadıklarını açıklamaya çalışırken “tanrı” kavramını kullanmaya çalışır. Snow ise bahsettiği tanrının insan mı, yoksa okyanus mu olduğunu sorar ve hepsinde hayır yanıtını alır. Bu felsefi tartışmalar ve görüşler devam eder.

Kitapta gezegendeki olaylar tasvir edilirken bilimsel açıklamalar ve nitelendirmeler dikkat çekiyor. Çoğu zaman okunan metinlerin bir bilim kurgu romanı olduğunu unutturarak, gerçek bir bilim kitabı izlenimini veriyor. Bu da bazı kısımlarda okura sıkıcı gelebilir. Ancak genel anlamda Solaris bilim kurgu severlere farklı bir dünya sunuyor.

Son olarak kitabın ünü, onu üç defa beyaz perdeye taşıdı. Biri ünlü Rus yönetmen Andrey Tarkovski olmak üzere Sovyetler Birliği tarafından iki defa filme uyarlanmıştı. 2002 yılında ise bu sefer Hollywood baş rolde George Clooney’in olduğu ve kitapla aynı ismi taşıyan bir filmi izleyiciyle buluşturmuştu.

Stanislaw Lem
Solaris
Çev: Mehmet Aközer
3.Baskı
İletişim Yayınları
İstanbul
2002
236 sayfa.

Next Post Previous Post
No Comment
Add Comment
comment url

Benzer yayınlar