Franz Kafka - Akbaba (Babil Kitaplığı - 18)
“Kafka yalnızca kâbuslar düşleyebiliyor ve gerçekliğin hiç durmamacasına kâbus ürettiğini düşünmeden edemiyordu.” (Borges, s. 10) Bu cümleyi aklınızda tutun ve Franz Kafka’nın ister bu kitaptaki hikâyeleri, ister yazdığı üç romanını okurken size rehberlik edecektir.
Franz Kafka’nın “Akbaba” başlığı ile basılan Jorge Luis Borges tarafından hazırlanan bu hikâyeler seçkisinde 11 hikâye yer alıyor. Kitaptaki ilk hikâyenin ismi de Akbaba’dır.
Jorge Luis Borges, Babil Kitaplığı dizisinin 18. kitabı olan bu esere de yazdığı önsözde Kafka ve eserlerini değerlendiriyor. Borges, yukarıda bahsettiğimiz ve Kafka’nın “kâbuslar düşleyebildiğini” söylediği paragraftan sonra eserlerinde hiç eksik olmayan iki özellikten bahseder: hüzün ve erteleme. Borges şöyle der: “Aynı şekilde, hemen hemen tüm yapıtlarında var olan ertelemenin de ayırdındaydı. Bu iki şey, hüzün ve erteleme, Kafka'yı tüketti kuşkusuz. Mutlu sayfalar kaleme almakla yetinmeyi tercih edebilirdi, ama gururu buna izin vermedi.” (Borges, s. 10)
Kafka’nın bütün eserlerinde olan ertelemeyi ise bu kitapta da olan hikâyelerinden örnekler vererek şöyle açıklamaya çalışıyor Borges: “Sonsuz erteleme dürtüsü, öykülerinde de görülür. Bunlardan biri, ulağın yolunu kesen kişiler nedeniyle asla yerine ulaşamayan bir imparatorluk mesajıyla ilgilidir. Diğeri, komşu köyü ziyaret etmeyi başaramadan ölen bir adamı anlatır. 1919'da yazdığı Çin Seddi'nin İnşasında başlıklı öyküde çoklu bir sonsuzluk vardır: Zaman ve mekânın içinde sınırsızcasına uzak bir imparator, sınırsızca ötelerdeki bir ordunun ilerleyişini önlemek için, sınırsız sayıda neslin sınırsız imparatorluğun etrafını çevreleyecek sınırsız bir duvar örmesini emreder.” (Borges, s. 12)
KAFKA - AKBABA
Kitaptaki ilk hikâyenin başlığı Akbaba’dır. Kitaptaki çok kısa hikâyelerden biridir. Ana karakter ayaklarını gagalayan bir akbabadan bahsediyor. Yanından geçen bir adam neden onu kovmadığını soruyor. Ana karakter akbabanın çok güçlü olduğunu, yüzünü yemesindense ayaklarını gözden çıkardığını söyler. Adam isterse evden gidip tüfeğini alıp gelebileceğini ve akbabayı vurabileceğini söyler. Ancak o gider gitmez akbaba bir dalışa geçiyor ve gagasını ana karakterin boğazından aşağı geçiriyor. Ancak akbaba adamın kanında boğuluyor. Adam ise bunu görerek rahatladığını söylüyor.
Hikâye çok kısa. Ancak Kafka’nın ne anlatmak istediği, hikâyenin yorumu nedir sorulursa, okur kadar yorumu olabilir cevabı verilebilir. Çünkü Kafka’nın hikâyelerini birçok yönden anlamak, farklı açılardan bakmak mümkün. Her okur kendine göre bir yorum çıkarabilir. Örneğin akbabayı yozlaşmış ve adil olmayan bir yönetim, adamı ise bir halk ya da toplum olarak yorumlayabiliriz.
Kafka’nın diğer hikâyelerinde de benzer fantastik, akla sığmaz, hayal sınırlarını zorlayan anlatımlar ve tasvirler var. Bir hikâyede “insana dönüşmek zorunda kalan bir maymun” ya da çölde bir gezginle konuşan çakalları görebilirsiniz. Ya da “Melezleme” ismini verdiği hikâyede olduğu gibi yarı kedi, yarı kuzu olan bir hayvan vardır.
Bu hikâyedeki anlatıcı hayvanı şöyle tarif eder: “Acayip bir hayvanım var, yarı kedi, yarı kuzu. Öbür eşyayla babamdan miras kaldı… Başı ve pençeleriyle bir kedi, iriliği ve gövde biçimiyle kuzu, çakıp sönen vahşi gözleri, yumuşak ve gergin postu, hem hoplamayı hem sürünmeyi andıran devinimleriyle kedi ve kuzu.” (Melezleme, s. 40)
Kafka’nın kimliğinden dolayı yaşadığı farklı olma, yalnızlık, dışlanmışlık, mutsuzluk gibi duygular hikâyelerine de yansımıştır. Örneğin “Akademi İçin Bir Rapor” başlıklı hikâyede yakalanan bir maymun kendine bir çıkış yolu arıyor. Ancak çıkış derken, özgürlüğü kastetmediğini de vurguluyor. Belki de Kafka günümüz dünyasında özgürlüğün ancak bir ütopya olduğunu söylemeye çalışıyor. Ancak bu maymun da çıkış yolu olarak maymun olmayı bırakarak, insan olmakta buluyor.
Bu sefer hikâyenin ana karakteri bir maymundur ve akademik bir heyete nasıl insan olduğu ile ilgili bir rapor veriyor. Hayallerin sınırlarını zorlayan bir anlatımdır aslında. İşte bu maymun aradığı çıkış yolunu şöyle açıklıyor: “Bugünün açısından bakınca öyle görülüyor ki, yaşamak istiyorsam bir çıkış yolu bulmam gerektiğini, ama bu yolun kaçmakla elde edilemeyeceğini hiç değilse sezmiştim o zaman. Bir kaçış mümkün müydü, değil miydi, bildiğim yok artık; ama sanıyorum mümkündü; bir maymun her vakit kaçabilecek durumdadır. (Akademi İçin Bir Rapor, s. 73)
Maymun çıkış yolunu insanları taklit ederek onlar gibi olmakta bulur. Bir toplumda farklı olan, genele uymayan her bir birey Kafka’nın maymunu gibidir. Onlar gibi olmazsa, onlar gibi düşünmezse, farklı şeyler dile getirirse bu maymun gibi gösterilerde oynatılmış gibi hissedebilir. Ancak Kafka’nın maymunu çıkış yolunu bulmuştur: “İnsanlara öykünmek o kadar kolaydı ki! Tükürmesini daha ilk günler öğrenmiştim. Giderek birbirimizin yüzüne tükürmeye başlamıştık; arada bir fark varsa, benim sonradan yüzümü yalayıp tükürüklerden temizlememdi, onlarsa bunu yapmıyordu.” (Akademi İçin Bir Rapor, s. 75)
Kitaptaki son ve en uzun hikâye ise “Çin Seddi'nin İnşasında” başlığını taşıyor. Birbiri içine geçmiş ve uzak ve sonsuz durumları anlatıyor. Uzaklarda Çin’i anlatıyor ancak her okur burada anlatılan durumları kendi ülkesi ve farklı zamanlara o kadar kolay uyarlayabilir ki, sanki her yerde olan bir toplumsal düzeni anlatıyor.
İşte hikâyede anlatılan ve ister modern yönetimler, isterse de geçmiş hanedanlıklar için söylenen bu sözler bu türdendir:
“Saray erkanı ışıl ışıl, ama yine de karanlık bir topluluk oluşturur imparatorun çevresinde -hizmetkarlar ve gözde kişiler kılığına bürünmüştür tüm kötülük ve düşmanlık-, imparatorluğa karşıt ağırlığı oluşturur, zehirli oklarını imparatora saplayıp onu bulunduğu terazinin kefesinden alaşağı etmeye bakarlar hep. İmparatorluk ölümsüzdür, ama imparatorlar birer birer devrilip gider, hatta bütün bir hanedanlığın yıkıldığı, tek bir hırıltılı solukla can verdiği görülür.” (Çin Seddi'nin İnşasında, s. 94)
Franz Kafka
Akbaba
Babil Kitaplığı - 18
Çev: Kâmuran Şipal
Önsözünü çev: Ali Karabayram
Dost Kitabevi
Ankara
2000
101 sayfa.
Franz Kafka’nın “Akbaba” başlığı ile basılan Jorge Luis Borges tarafından hazırlanan bu hikâyeler seçkisinde 11 hikâye yer alıyor. Kitaptaki ilk hikâyenin ismi de Akbaba’dır.
Jorge Luis Borges, Babil Kitaplığı dizisinin 18. kitabı olan bu esere de yazdığı önsözde Kafka ve eserlerini değerlendiriyor. Borges, yukarıda bahsettiğimiz ve Kafka’nın “kâbuslar düşleyebildiğini” söylediği paragraftan sonra eserlerinde hiç eksik olmayan iki özellikten bahseder: hüzün ve erteleme. Borges şöyle der: “Aynı şekilde, hemen hemen tüm yapıtlarında var olan ertelemenin de ayırdındaydı. Bu iki şey, hüzün ve erteleme, Kafka'yı tüketti kuşkusuz. Mutlu sayfalar kaleme almakla yetinmeyi tercih edebilirdi, ama gururu buna izin vermedi.” (Borges, s. 10)
Kafka’nın bütün eserlerinde olan ertelemeyi ise bu kitapta da olan hikâyelerinden örnekler vererek şöyle açıklamaya çalışıyor Borges: “Sonsuz erteleme dürtüsü, öykülerinde de görülür. Bunlardan biri, ulağın yolunu kesen kişiler nedeniyle asla yerine ulaşamayan bir imparatorluk mesajıyla ilgilidir. Diğeri, komşu köyü ziyaret etmeyi başaramadan ölen bir adamı anlatır. 1919'da yazdığı Çin Seddi'nin İnşasında başlıklı öyküde çoklu bir sonsuzluk vardır: Zaman ve mekânın içinde sınırsızcasına uzak bir imparator, sınırsızca ötelerdeki bir ordunun ilerleyişini önlemek için, sınırsız sayıda neslin sınırsız imparatorluğun etrafını çevreleyecek sınırsız bir duvar örmesini emreder.” (Borges, s. 12)
KAFKA - AKBABA
Kitaptaki ilk hikâyenin başlığı Akbaba’dır. Kitaptaki çok kısa hikâyelerden biridir. Ana karakter ayaklarını gagalayan bir akbabadan bahsediyor. Yanından geçen bir adam neden onu kovmadığını soruyor. Ana karakter akbabanın çok güçlü olduğunu, yüzünü yemesindense ayaklarını gözden çıkardığını söyler. Adam isterse evden gidip tüfeğini alıp gelebileceğini ve akbabayı vurabileceğini söyler. Ancak o gider gitmez akbaba bir dalışa geçiyor ve gagasını ana karakterin boğazından aşağı geçiriyor. Ancak akbaba adamın kanında boğuluyor. Adam ise bunu görerek rahatladığını söylüyor.
Hikâye çok kısa. Ancak Kafka’nın ne anlatmak istediği, hikâyenin yorumu nedir sorulursa, okur kadar yorumu olabilir cevabı verilebilir. Çünkü Kafka’nın hikâyelerini birçok yönden anlamak, farklı açılardan bakmak mümkün. Her okur kendine göre bir yorum çıkarabilir. Örneğin akbabayı yozlaşmış ve adil olmayan bir yönetim, adamı ise bir halk ya da toplum olarak yorumlayabiliriz.
Kafka’nın diğer hikâyelerinde de benzer fantastik, akla sığmaz, hayal sınırlarını zorlayan anlatımlar ve tasvirler var. Bir hikâyede “insana dönüşmek zorunda kalan bir maymun” ya da çölde bir gezginle konuşan çakalları görebilirsiniz. Ya da “Melezleme” ismini verdiği hikâyede olduğu gibi yarı kedi, yarı kuzu olan bir hayvan vardır.
Bu hikâyedeki anlatıcı hayvanı şöyle tarif eder: “Acayip bir hayvanım var, yarı kedi, yarı kuzu. Öbür eşyayla babamdan miras kaldı… Başı ve pençeleriyle bir kedi, iriliği ve gövde biçimiyle kuzu, çakıp sönen vahşi gözleri, yumuşak ve gergin postu, hem hoplamayı hem sürünmeyi andıran devinimleriyle kedi ve kuzu.” (Melezleme, s. 40)
Kafka’nın kimliğinden dolayı yaşadığı farklı olma, yalnızlık, dışlanmışlık, mutsuzluk gibi duygular hikâyelerine de yansımıştır. Örneğin “Akademi İçin Bir Rapor” başlıklı hikâyede yakalanan bir maymun kendine bir çıkış yolu arıyor. Ancak çıkış derken, özgürlüğü kastetmediğini de vurguluyor. Belki de Kafka günümüz dünyasında özgürlüğün ancak bir ütopya olduğunu söylemeye çalışıyor. Ancak bu maymun da çıkış yolu olarak maymun olmayı bırakarak, insan olmakta buluyor.
Bu sefer hikâyenin ana karakteri bir maymundur ve akademik bir heyete nasıl insan olduğu ile ilgili bir rapor veriyor. Hayallerin sınırlarını zorlayan bir anlatımdır aslında. İşte bu maymun aradığı çıkış yolunu şöyle açıklıyor: “Bugünün açısından bakınca öyle görülüyor ki, yaşamak istiyorsam bir çıkış yolu bulmam gerektiğini, ama bu yolun kaçmakla elde edilemeyeceğini hiç değilse sezmiştim o zaman. Bir kaçış mümkün müydü, değil miydi, bildiğim yok artık; ama sanıyorum mümkündü; bir maymun her vakit kaçabilecek durumdadır. (Akademi İçin Bir Rapor, s. 73)
Maymun çıkış yolunu insanları taklit ederek onlar gibi olmakta bulur. Bir toplumda farklı olan, genele uymayan her bir birey Kafka’nın maymunu gibidir. Onlar gibi olmazsa, onlar gibi düşünmezse, farklı şeyler dile getirirse bu maymun gibi gösterilerde oynatılmış gibi hissedebilir. Ancak Kafka’nın maymunu çıkış yolunu bulmuştur: “İnsanlara öykünmek o kadar kolaydı ki! Tükürmesini daha ilk günler öğrenmiştim. Giderek birbirimizin yüzüne tükürmeye başlamıştık; arada bir fark varsa, benim sonradan yüzümü yalayıp tükürüklerden temizlememdi, onlarsa bunu yapmıyordu.” (Akademi İçin Bir Rapor, s. 75)
Kitaptaki son ve en uzun hikâye ise “Çin Seddi'nin İnşasında” başlığını taşıyor. Birbiri içine geçmiş ve uzak ve sonsuz durumları anlatıyor. Uzaklarda Çin’i anlatıyor ancak her okur burada anlatılan durumları kendi ülkesi ve farklı zamanlara o kadar kolay uyarlayabilir ki, sanki her yerde olan bir toplumsal düzeni anlatıyor.
İşte hikâyede anlatılan ve ister modern yönetimler, isterse de geçmiş hanedanlıklar için söylenen bu sözler bu türdendir:
“Saray erkanı ışıl ışıl, ama yine de karanlık bir topluluk oluşturur imparatorun çevresinde -hizmetkarlar ve gözde kişiler kılığına bürünmüştür tüm kötülük ve düşmanlık-, imparatorluğa karşıt ağırlığı oluşturur, zehirli oklarını imparatora saplayıp onu bulunduğu terazinin kefesinden alaşağı etmeye bakarlar hep. İmparatorluk ölümsüzdür, ama imparatorlar birer birer devrilip gider, hatta bütün bir hanedanlığın yıkıldığı, tek bir hırıltılı solukla can verdiği görülür.” (Çin Seddi'nin İnşasında, s. 94)
Franz Kafka
Akbaba
Babil Kitaplığı - 18
Çev: Kâmuran Şipal
Önsözünü çev: Ali Karabayram
Dost Kitabevi
Ankara
2000
101 sayfa.