İlhami Algör - Fakat Müzeyyen Bu Derin Bir Tutku
İlhami Algör’ün “Fakat Müzeyyen Bu Derin Bir Tutku” kitabı hem yazım üslubu hem de anlattıkları itibariyle son yıllarda okuduğum çok “farklı” ve “acayip” kitaplardandır. Kitabın ilk kısımlarını okurken sanki İstanbul’daki bir mahallenin “kabadayısı” anlatıyor hissine kapıldım. Kitabın ikinci kısmı özellikle de Müzeyyen ile diyaloglar ve evde geçen konuşmalar çok güldürdü. Son kısımda ise Türk sineması tadında bir hüzün kaplıyor okuru.
Kitabın ana karakteri “İtalyan Yokuşu’ndan aşağı, rüzgâra asılıp Tophane’ye indim” der ve anlatmaya başlar. Bir yandan kendini, yaşadıklarını anlatırken diğer yandan ise araya sık sık dinlediği şarkılardan sözler girer. Kafası müzikle fazla doludur. Belki de yaşamı müziklerdeki sözler gibidir ondan.
Ana karakterin ne iş yaptığını, uğraşlarının ne olduğunu şu kısımdan öğreniyoruz. Artık evdedir ve bir yandan Müzeyyen ve çocuğu ile ilişkisini görüyoruz. Bir yandan da anlatma tarzı okuru güldürür.
Kitabın başlarında araya bol bol şarkı sözleri girerken, geri kalanında ise birçok filme ve oyuncuya atıf var.
Montajcılıktan atıldığı, sinema sektöründen artık ümidi kalmadığı için bu sefer yazar olmaya karar verir ana karakter. Hikâye yazıyor ve her defasında karısı Müzeyyen gelip bir eksik ve yanlış buluyor kendince. O da şöyle diyor: “Bu kadın beni ikiye katlar, suya götürür, suya batırır, kuru çıkarır, susuz getirirdi.”
Sokaktan geçerken bir kabadayı edasıyla anlatıyor. Eve gelince ise Müzeyyenin yanında bu tarzından eser kalmıyor. Sesi pek çıkmıyor, diyeceklerini söyleyemiyor ve alttan alıyor. Peki bu Müzeyyen kimdir. Anlatıcının aşık olduğu bir kadın. Müzeyyen daha hamile iken kocasını trafik kazasında kaybediyor. Bizim kahraman da onunla evleniyor. Ancak her şey şarkı sözlerindeki gibi, filmlerdeki gibi yürümez.
İlhami Algör
Fakat Müzeyyen Bu Derin Bir Tutku
7. Baskı
İletişim Yayınları
İstanbul
2015
65 sayfa.
Kitabın ana karakteri “İtalyan Yokuşu’ndan aşağı, rüzgâra asılıp Tophane’ye indim” der ve anlatmaya başlar. Bir yandan kendini, yaşadıklarını anlatırken diğer yandan ise araya sık sık dinlediği şarkılardan sözler girer. Kafası müzikle fazla doludur. Belki de yaşamı müziklerdeki sözler gibidir ondan.
Ana karakterin ne iş yaptığını, uğraşlarının ne olduğunu şu kısımdan öğreniyoruz. Artık evdedir ve bir yandan Müzeyyen ve çocuğu ile ilişkisini görüyoruz. Bir yandan da anlatma tarzı okuru güldürür.
“Film montajcısıydım. Mesleki manyaktım. İşimi oyun gibi yapar, patronu beni çalıştırdığı duygusundan ve zevkinden mahrum eder ya da titizlenir, müşteriyi hasta ederdim. Neticede yine kapıyı göstermişlerdi. Bu kapıları tanıyordum. Kapanırken enteresan sesler çıkarıyorlardı.
Eve gidip, “Bundan sonra yazıcam,” demiştim. Bu lafı ilk söylediğimde, “Yaz koçum, ben sana bakarım,” diyen Müzeyyen, bu kez ağzını açmamıştı. Sessizliğine takılır gibi oldum. “Takılma,” dedi içimden bir ses. Takılmadım. Kâğıdı kalemi aldım. Ne yazacaktım?
Ufaklık gelip gidip çöp sepetine bakıyor, gidip Müzeyyen’e çok kâğıt harcadığımı şikâyet ediyordu. Çocuğun kanı farklıydı, ben ispiyondan haz etmezdim.”
Kitabın başlarında araya bol bol şarkı sözleri girerken, geri kalanında ise birçok filme ve oyuncuya atıf var.
“Ufaklık yanıma geldikçe aklıma, Cak Nikolson denen koca ağızlı herifin, yeni romanını yazacak yazar rolünde, karısını ve çocuğunu alıp, dağ başında bir otele kışlık bakıcı olarak yerleştiği ve bir süre sonra kafayı yediği film geliyordu. Filmin son sahnesinde, herifin film boyunca aynı kelimeyi on yedi bin kere yazmaktan başka bir bok yemediğini ve eline baltayı alıp, karısını ve çocuğunu kovaladığını görüyorduk.”
Montajcılıktan atıldığı, sinema sektöründen artık ümidi kalmadığı için bu sefer yazar olmaya karar verir ana karakter. Hikâye yazıyor ve her defasında karısı Müzeyyen gelip bir eksik ve yanlış buluyor kendince. O da şöyle diyor: “Bu kadın beni ikiye katlar, suya götürür, suya batırır, kuru çıkarır, susuz getirirdi.”
Sokaktan geçerken bir kabadayı edasıyla anlatıyor. Eve gelince ise Müzeyyenin yanında bu tarzından eser kalmıyor. Sesi pek çıkmıyor, diyeceklerini söyleyemiyor ve alttan alıyor. Peki bu Müzeyyen kimdir. Anlatıcının aşık olduğu bir kadın. Müzeyyen daha hamile iken kocasını trafik kazasında kaybediyor. Bizim kahraman da onunla evleniyor. Ancak her şey şarkı sözlerindeki gibi, filmlerdeki gibi yürümez.
İlhami Algör
Fakat Müzeyyen Bu Derin Bir Tutku
7. Baskı
İletişim Yayınları
İstanbul
2015
65 sayfa.
Merhaba,
Filmini izlemiştim ve çok sevmiştim... Sonradan çok hayıflandım neden kitabını okumadım ilk önce diye... Etkileyici bir hikaye...
Kitabını da mutlaka okuyacağım ama biraz filmini unutmayı bekliyorum.
Yorumuna sağlık...
Filmini izlemedim ama aynı olduklarına emin değilim. Yani kitap bence çok farklı okuyun derim.
Güzel bir kitap gibi. Notunu alayım. Emeğinize sağlık...
Çok farklı bir kitap. Kitap satış sitelerinde yorum yazanlar olumsuz görüş bildirmişti ama yine de okudum. Anlayabilen için güzeldir...
Çok sevdiğim kitaplarından biri. Hatta filminden çok daha iyi gelmişti bana. Benim de okuduğum çok farklı kitaplardan biri. Herkesi etkisi altına alır mı bilemem ama beni almıştı :))
Ben filmi olduğunu bilmeden okudum. Demek şimdi de filmini izlemek vakti.