Niccolo Machiavelli - Prens
Niccolo Machiavelli, Floransa’da doğan, İtalyan bir politikacı ve düşünürdür. En çok da 1513 yılında yazdığı Prens (Türkçe “Hükümdar” olarak da çevrilmiştir) başlıklı kitabı ile biliniyor. Bu kitap aynı zamanda politik bilimin temellerini de atan bir eserdir.
Machiavelli bu kitapta prenslerin nasıl olması gerektiği, ne yapmaları gerektiği ile ilgili bir dizi öğüt veriyor ve tarihten örneklerle savlarını ayrıntılı bir şekilde savunuyor. Peki, bu “prens” kimdir? Kitabın diğer Türkçe baskılarında (kitabın özgün adı: Il Principe) başlık “hükümdar” olarak da çevrilmiştir. Buradan da anlaşıldığı gibi Machiavelli, “prens” sözcüğü ile hükümdarları, devlet yöneticilerini kastediyor.
Mesela, Machiavelli’nin yaşadığı ve küçük devletlere ayrılmış İtalya’da, Napoli Kralı, Milano Dükü birer prenstir yazara göre. Ayrıca dönemin papalarını da birer prens olarak görür. Buna komşu ülkeler Fransa ve İspanya’nın krallarını da ekleyebiliriz. Daha da genişletirsek Makedonyalı İskender, Sezar, Keyhüsrev de Machiavelli’nin kitabından sık sık başarılı prensler arasında gösterdiği örneklerdir.
Kitabın girişinde çevirmen Nazım Güvenç’in uzun (35 sayfa kadar) bir sunuşu var. Güvenç burada sadece kitabı anlatmıyor, aynı zamanda kitabın iyi anlaşılması için Machiavelli’nin biyografisini veriyor, kitabın yazılma koşullarına değiniyor ve en önemlisi de eserde anlatılan olayları daha iyi anlamak için dönemin İtalya’sındaki durumu ayrıntılı bir şekilde özetliyor.
NICCOLO MACHIAVELLI – PRENS
Machiavelli’nin kitabını iki kısma ayırabiliriz. Birinci kısımda kaç tür prens olduğu, prens olduktan sonra nasıl korunacağı, bunun için gerekli olan en önemli şeyin ordu olduğu ve ordu çeşitleri ile ilgili başlıklardır. İkinci kısımda prenslerin meziyetlerine değinen Machiavelli, bir prensin nasıl olması gerektiğini anlatıyor ve prenslere öğütler veriyor. Mesela, bir prens cimri mi yoksa çok cömert mi olmalı? Bir prens çok sevilmeli mi yoksa çok korkulan biri mi olmalı gibi başlıklar altında örneklerle bunları tartışıyor.
Kitaba başlarken Machiavelli kaç tür prens olduğunu anlatır. Birincisi, soydan gelme prenslikler: Bu tür prenslikleri elde tutmanın görece daha kolay oluğunu söyler. Bu tür prensliği yıkmak için büyük güçler lazım. Yeter ki prens babadan kalma düzeni bozacak şeyler yapmasın.
İkincisi, karma prenslikler: Bu tür prensliklerde halk sürekli daha iyisini aradığı için prensliğin sık sık el değiştirdiği görülmüştür. Machiavelli, yaşadığı dönemden buna örnekler verir.
“İşte bundan ötürüdür ki kral XII. Louis Milano’yu tez ele geçirdi ve tez yitirdi. İlkinde, tek başına Ludovico’nun güçleri bile kenti geri almaya yetti; çünkü kapıları ardına dek Fransızlara açan halk beslediği umutlarda düş kırıklığına uğrayınca yeni prensin verdiği sıkıntıları çekemez olmuştu.” (s. 42-43)
Karma prensliklerde başka bir yeri ele geçirerek kendisine katma da vardır. Machiavelli, yeni ele geçirilen prensliklerin nasıl elde tutulması, nasıl yönetilmesi ve korunması gerektiğini ayrıntılı anlatıyor. Bunlara örnek olarak Fransa’nın İtalya’nın bazı bölgelerini almasını, Osmanlı’nın Yunanistan’ı ele geçirmesini örnek olarak veriyor.
“Ele geçirdikleri memleketlerde Romalılar bu kurallara uydular; koloniler kurdular, fazla güçlenmelerine meydan vermeden zayıfları tuttular, büyükleri alçattılar, onların yabancı güçlere başvurma umutlarını söndürdüler. Örnek olarak sadece Yunanistan’ı anmak istiyorum. Romalılar, orada, Akhaları ve Etolyalıları desteklediler, Makedonyalıların krallığını güçten düşürdüler.” (s. 46)
Bir prensin ülkesini koruması ve elinde tutması ile ilgili tavsiyelerden birini Machiavelli şöyle dile getiriyor:
“Devlet işleri de böyledir: Senin topraklarında meydana gelen hastalıkları önceden teşhis edersen, ki ama bu ancak bilge ve uzak görüşlü bir adamın yapabileceği bir şeydir çabuk iyileşirler; ama onları zamanında teşhis edemeyip herkesin gözüne görülecek kadar büyümelerine meydan verirsen artık hiçbir ilaç kâr etmez.
“Romalılar güçlüklerin her zaman üstesinden geldiler çünkü daha uzaktan görüyorlardı. Asla bir savaştan kaçınmak umuduyla hastalığın ilerlemesine izin vermediler, kaçınılan bir savaşın sadece hasmın yararına olarak ertelendiğini iyi biliyorlardı. Bunun içindir ki Romalılar Filip ve Antiokhus’la İtalya’da savaşmaktansa Yunanistan’da savaşa tutuştular; o sırada her iki savaştan da kaçınabilirlerdi ama istemediler.” (s. 47)
Bunları açıklamaları, İskender’in hükümdarlığının ölmesinden sonra nasıl dağılmadığı ve devam edebildiğini açıklamak için yapıyor. Pers Kralı Dara’yı yenmesine atıf yaparak açıklıyor. Birinci tür ve Osmanlı’yı örnek verdiği devletlerde buraları almak zordur, ancak bir kere aldı mı elde tutmak kolaydır. Çünkü mevcut prens ve soyunu yok ettin mi halk da gelene boyun eğer. Ama Fransa’yı örnek verdiği ikinci tür prenslikte orayı almak daha kolaydır, hatta içlerinden sana yardım edecek beyler de çıkacaktır. Ama sonra orayı tutmak zordur, mevcut yönetici ve ailesi yok edilse bile iktidar isteyen diğer beyler vardır ve bunları tatmin etmek de zordur.
“Fethedilmiş eyaletler ya da kentler kendi yasaları altında özgürce yaşamaya alışık olduklarında, daha önce de dediğim gibi, buralarda tutunmak için üç yol vardır: Birincisi, orayı yerle bir etmektir; İkincisi, oraya bizzat gidip yerleşmektir; üçüncüsü, sana dostluklarını sürdürmeyi sağlayacak fazla kalabalık olmayan bir hükümet atadıktan sonra vergi toplamakla yetinip onları kendi yasalarınca yaşamaya bırakmaktır.” (s. 56)
“Prens olmanın bu iki yolunu, kişisel beceri ya da talihin yardımını zamanımızdan iki Örnekle resmetmek isliyorum: Francesco Sforza ve Cesare Borgia. Francesco sıradan biri iken bileğinin hakkıyla Milano dükü oldu; ve binbir zahmetle kazandığını az bir çabayla elinde tuttu. Herkesin Valentino dükü dediği Cesare Borgia ise devletini babasının sayesinde kazandı ve onunla birlikte yitirdi.” (s. 63)
Machiavelli bunan sonra Papa Altıncı Alexander’ın oğlu Cesare Borgia’nın gücünü artırmak ve hükümdar olabilmek için yaptıklarını, başardıklarını tek tek ve uzun uzun anlatıyor. Yaptıklarını da şöyle sıralıyor:
ALÇAKLIKLA PRENSLİĞİN BAŞINA GEÇENLER ÜSTÜNE
Bu ilginç başlığı attıktan sonra alçakça kral olanlara iki örnek veriyor Machiavelli. Birincisinin ismi “Sicilyalı Agatocle”, Siraküza Kralı ve ya Tiranı olarak da biliniyor. Basit bir aileden geliyor, askere yazılıyor, generalliğe kadar yükseliyor. Ancak kral olmasını bir gün senatörleri toplantı adıyla bir araya toplaması ve hepsini katletmesine borçludur. Ondan sonra da yaptığı işlerde aldatma, ihanet, sözünden dönme eksik değildi.
Sivil prensler: bir sade kişinin alçaklık ya da nefret uyandıracak herhangi bir yolla değil de kenttaşlarının desteğiyle yurduna prens oluşuna, sivil prenslik denebilir.
Buna karşı ise büyüklerin ortaya çıkardığı ve desteklediği prensler de olabilir. Her ikisi için de Machiavelli şu tavsiyede bulunuyor:
“Halkın desteğiyle prens olmuş kişi bu desteği hep sürdürmeye bakmalıdır. Bu da kolay olacaktır zira halk ezilmemekten başka bir şey istemez. Buna karşılık, halka karşı büyüklerin yarattığı prens her şeyden önce halkın gönlünü kazanmaya bakacaktır; bu da kolay olacaktır yeter ki halkı kollasın. Oysa kötülük beklediği bir adamdan iyilik gören ister istemez ona şükran duyacaktır; o zaman halk sanki kendisi onu o mevkiye yüksekmişçesine prense daha yakınlık gösterecektir.” (s. 77)
Bir üçüncü tür prensliği de yazar ruhban prenslikler olarak açıklıyor.
ASKER TÜRLERİ
Asker türlerini üçe ayırıyor Machiavelli: prensin öz ordusu, paralı ordu ve yardımcı ordu. Bunlardan son ikisine güvenilmeyeceğini ve hatta yardımcı ordunun da bunar içinde en kötü olduğunu söyleyerek buna örnekler veriyor. Machiavelli bir devlette iki şeyin önemli olduğunu vurguluyor. Birincisi ordu, ikincisi yasa. Ordu, yani devletin güvenliği olmadan da yasalar olamayacağına göre bunlar içinde en önemlisinin de ordu olduğunu söylüyor.
“Yukarıda, bir prensin sağlam temellere sahip olmasının ne kadar gerekli olduğunu; yoksa yıkılıp gideceğini söylemiştik. Ve ister yeni, ister eski, isterse karma olsun tüm devletleri ayakta tutan başlıca temeller iyi yasalar ve iyi ordulardır. İyi ordular olmadan iyi yasalar olamayacağına göre ve iyi orduların bulunduğu yerde iyi yasaların olması gerektiği için yasalar üzerinde durmayıp ordudan söz edeceğim.” (s. 86)
Paralı askerlerin ne anlama geldiğini biliyoruz. Peki, yardımcı askerler ne demektir? Machiavelli bununla bir hükümdarın bir savaşı kazanmak için başka birinden yardım alması, ona yardım amaçlı gönderilen askerleri kastediyor. Bunların da kazanmaları durumunda prense tehlike oluşturduğunu söylüyor ve bir örneği de Osmanlı ile ilgili veriyor:
“Konstantinopl İmparatoru, komşularına karşı koymak için on bin Türkü Yunanistan’a soktu; savaş bitince bunlar ayrılmak istemediler: Yunanistan’ın dinsizlerin kölesi durumuna düşmesi böyle başladı.” (s. 93)
Bu da yukarıdaki alıntı ile ilgili çevirmenin düştüğü dipnot ve açıklama: “Paleolog’lar ile hanedan kavgası içinde olan Giovanni Cantacuzeno 1346 yılında Osmanlı beyi Orhan ile ittifak kurdu. Orhan Bey de imparatoru desteklemek üzere oğlu Süleyman’ın komutasında büyük bir askeri birlik gönderdi. Osmanlıların sonraki yıllar Rumeli’nde yayılmalarında bu birlikler çekirdek rolü oynadı.”
Asker ve ordu ile ilgili Machiavelli’nin sonuç olarak ve bir cümleyle söylediği kısa ve öz söz ise şöyle: “Hiçbir devlet eğer kendi özünden bir orduya sahip olmazsa güvenlikte değildir, tüm yazgısı talihin eline teslim edilmiştir” (s. 95)
Bunlardan çok sık örnekler veriyor. Okunabilecek tarihi kişiler: Sezar, İskender, Afrikalı Scipion, Keyhüsrev.
PRENSLERİN MEZİYETLERİ ÜZERİNE
Kitabın devamında Machiavelli prenslerin sahip olmaları gereken meziyetler üzerinde duruyor. Sevilmeli mi, korkulmalı mı? Cimri mi, cömert mi olmalı? Burada Machiavelli’nin iki yaklaşımı var. Teorik olarak ve olması istenenin hangisi olduğunu belirtirken, dönem, koşullar ve ortama göre prensin hangisini uygulaması gerektiğini vurgular.
“Bu noktada bir sorun çıkıyor: Korkulmaktan çok sevilmek mi iyidir, yoksa sevilmekten çok korkulmak mı? Benim yanıtım bunların ikisinin de gerekli olduğudur; ama ikisini bağdaştırmak güç gözüktüğüne göre, birinden biri olmayacaksa sevilmekten çok korkulmak bence çok daha güvenlidir. Çünkü insanlar hakkında genelde şu söylenebilir: Nankör, değişken, içten pazarlıklı, korkak ve çıkarcıdırlar; onlara iyilik ettiğin sürece hepsi seninledir; yukarıda da dediğim gibi, gerekmedikçe kanlarını, mallarını, canlarını ve çocuklarını sana sunarlar ama bir gerekmeye görsün hepsi senden yüz çevirirler.” (s. 106)
“Bir prensin sözüne sadık kalmasının ve düzenbazlıklar yapmak yerine namusluca bir yaşam sürmesinin ne övülesi bir şey olduğunu her kişi anlar. Bununla birlikte zamanımızdaki deneylerle de bellidir ki ancak verdikleri sözü hiçe saymış ve insanların beyinlerini kurnazca uyutmasını bilmiş prensler büyük işler yapmışlardır ve sonunda dürüstlüğü temel almış olanlara üstün gelmişlerdir.” (s. 109)
Çevirmen, Machiavelli’nin yüzyıllardan gelen bir ünü olduğunu, herkesin bu kitabı bildiğini ama çok az kişinin okuduğunu söylemişti baştaki sunuşta. Buna ilave olarak bu okuyanların da hepsinin kitabı anlamadığını belirtiyordu. Çünkü Machiavelli söylediği ve tartıştığı şeylerden dolayı da çok eleştirilmiştir ve eleştirilmeye devam edilecektir.
Bunun sebebi bir yandan Machiavelli olayları, yani bir prensin teorik olarak nasıl en iyiyi yapabileceğini söylerken, diğer yandan da bir pragmatist olarak gerçek olaylar sırasında her zaman en iyinin başarılı olamadığına vurgu yaparak tam aksini yapmasını öğütlüyor prenslere. Bunlardan biri de bir prensin verdiği sözü tutması ile ilgili kısımdır.
“Ve ayrıca belirtmek gerekir ki bir prens, hele yeni prens olmuş biri anlamalıdır ki insanları övgüye değer kılan tüm bu şeyleri yerine getiremez çünkü devleti elinde tutmak için sık sık verdiği söze karşı, iyilikseverliğe karşı, insanlığa karşı, dine karşı davranmak zorunda kalır. Bu yüzden talihin rüzgârlarına göre, durumların değişmelerine göre, dönmeye hazır bir zihne sahip olmalıdır, ve daha önce de dedim ya, elverirse iyilikten uzaklaşmasın ama gerekiyorsa kötülüğü seçmesini bilsin.” (s. 110-111)
Son olarak Machiavelli bu kitabı niye yazmıştır. Bunun birçok sebebi olabilir. Çevirmen bunlardan birkaçını Sunuş’ta sıralıyor. Ancak kitabın sonundaki bu cümle bence yazarın kitabını yazarken aklından geçirdiği diğer arzularının çok üstündedir.
“İtalya’yı kurtaracak adamın ortaya çıkmasını görmek için bunca uzun bekleyişten sonra bu fırsat kaçırılmamalıdır.” (s. 142)
Niccolo Machiavelli
Prens
Özgün adı: Il Principe
Çev: Nazım Güvenç
2. Baskı
Anahtar Kitaplar Yayınevi
İstanbul
1994
142 sayfa.
Machiavelli bu kitapta prenslerin nasıl olması gerektiği, ne yapmaları gerektiği ile ilgili bir dizi öğüt veriyor ve tarihten örneklerle savlarını ayrıntılı bir şekilde savunuyor. Peki, bu “prens” kimdir? Kitabın diğer Türkçe baskılarında (kitabın özgün adı: Il Principe) başlık “hükümdar” olarak da çevrilmiştir. Buradan da anlaşıldığı gibi Machiavelli, “prens” sözcüğü ile hükümdarları, devlet yöneticilerini kastediyor.
Mesela, Machiavelli’nin yaşadığı ve küçük devletlere ayrılmış İtalya’da, Napoli Kralı, Milano Dükü birer prenstir yazara göre. Ayrıca dönemin papalarını da birer prens olarak görür. Buna komşu ülkeler Fransa ve İspanya’nın krallarını da ekleyebiliriz. Daha da genişletirsek Makedonyalı İskender, Sezar, Keyhüsrev de Machiavelli’nin kitabından sık sık başarılı prensler arasında gösterdiği örneklerdir.
Kitabın girişinde çevirmen Nazım Güvenç’in uzun (35 sayfa kadar) bir sunuşu var. Güvenç burada sadece kitabı anlatmıyor, aynı zamanda kitabın iyi anlaşılması için Machiavelli’nin biyografisini veriyor, kitabın yazılma koşullarına değiniyor ve en önemlisi de eserde anlatılan olayları daha iyi anlamak için dönemin İtalya’sındaki durumu ayrıntılı bir şekilde özetliyor.
NICCOLO MACHIAVELLI – PRENS
Machiavelli’nin kitabını iki kısma ayırabiliriz. Birinci kısımda kaç tür prens olduğu, prens olduktan sonra nasıl korunacağı, bunun için gerekli olan en önemli şeyin ordu olduğu ve ordu çeşitleri ile ilgili başlıklardır. İkinci kısımda prenslerin meziyetlerine değinen Machiavelli, bir prensin nasıl olması gerektiğini anlatıyor ve prenslere öğütler veriyor. Mesela, bir prens cimri mi yoksa çok cömert mi olmalı? Bir prens çok sevilmeli mi yoksa çok korkulan biri mi olmalı gibi başlıklar altında örneklerle bunları tartışıyor.
Kitaba başlarken Machiavelli kaç tür prens olduğunu anlatır. Birincisi, soydan gelme prenslikler: Bu tür prenslikleri elde tutmanın görece daha kolay oluğunu söyler. Bu tür prensliği yıkmak için büyük güçler lazım. Yeter ki prens babadan kalma düzeni bozacak şeyler yapmasın.
İkincisi, karma prenslikler: Bu tür prensliklerde halk sürekli daha iyisini aradığı için prensliğin sık sık el değiştirdiği görülmüştür. Machiavelli, yaşadığı dönemden buna örnekler verir.
“İşte bundan ötürüdür ki kral XII. Louis Milano’yu tez ele geçirdi ve tez yitirdi. İlkinde, tek başına Ludovico’nun güçleri bile kenti geri almaya yetti; çünkü kapıları ardına dek Fransızlara açan halk beslediği umutlarda düş kırıklığına uğrayınca yeni prensin verdiği sıkıntıları çekemez olmuştu.” (s. 42-43)
Karma prensliklerde başka bir yeri ele geçirerek kendisine katma da vardır. Machiavelli, yeni ele geçirilen prensliklerin nasıl elde tutulması, nasıl yönetilmesi ve korunması gerektiğini ayrıntılı anlatıyor. Bunlara örnek olarak Fransa’nın İtalya’nın bazı bölgelerini almasını, Osmanlı’nın Yunanistan’ı ele geçirmesini örnek olarak veriyor.
“Ele geçirdikleri memleketlerde Romalılar bu kurallara uydular; koloniler kurdular, fazla güçlenmelerine meydan vermeden zayıfları tuttular, büyükleri alçattılar, onların yabancı güçlere başvurma umutlarını söndürdüler. Örnek olarak sadece Yunanistan’ı anmak istiyorum. Romalılar, orada, Akhaları ve Etolyalıları desteklediler, Makedonyalıların krallığını güçten düşürdüler.” (s. 46)
Bir prensin ülkesini koruması ve elinde tutması ile ilgili tavsiyelerden birini Machiavelli şöyle dile getiriyor:
“Devlet işleri de böyledir: Senin topraklarında meydana gelen hastalıkları önceden teşhis edersen, ki ama bu ancak bilge ve uzak görüşlü bir adamın yapabileceği bir şeydir çabuk iyileşirler; ama onları zamanında teşhis edemeyip herkesin gözüne görülecek kadar büyümelerine meydan verirsen artık hiçbir ilaç kâr etmez.
“Romalılar güçlüklerin her zaman üstesinden geldiler çünkü daha uzaktan görüyorlardı. Asla bir savaştan kaçınmak umuduyla hastalığın ilerlemesine izin vermediler, kaçınılan bir savaşın sadece hasmın yararına olarak ertelendiğini iyi biliyorlardı. Bunun içindir ki Romalılar Filip ve Antiokhus’la İtalya’da savaşmaktansa Yunanistan’da savaşa tutuştular; o sırada her iki savaştan da kaçınabilirlerdi ama istemediler.” (s. 47)
“Tarihte bilinen prenslikler iki değişik biçimde yönetile gelmişlerdir: Ya birkaç sadık adamının yardımıyla bir prens tarafından - ki yardımcılarını özel bir lütufla bakan olarak atar; ya da bir prens ve baronları tarafından - ki bu berikiler, baronluk ünvanına prensin sayesinde değil kanlarının eskiliğinden ötürü sahiptirler. Bu baronların kendilerine öze] arazileri ve onları efendileri olarak gören ve doğal bir sevgi besleyen tebaları vardır. Bir prensin ve yardımcılarının yönetimindeki devletlerde ise prens daha güçlü bir buyuruculuğa sahiptir çünkü ülke tek büyük olarak onu tanır; eğer halk bir başkasına boyun eğiyorsa, bu, onun, prensin bir bakanı ya da bir görevlisi olmasındandır; yoksa halk ona özel olarak hiçbir sevgi, dostluk beslemez.
“Bu iki yönetim tarzının örnekleri çağımızda Türk ile Fransa kralıdır. Bütün Türk monarşisi tek bir baş tarafından yönetilir; ötekiler onun kullarıdır. Krallığını sancaklara bölmüştür ve oralara keyfince yöneticiler atar, isterse yerlerini değiştirir, isterse görevden alır. Fransa Kralı ise tersine çok eski soydan gelme ve her biri kendi tebasınca sevilip sayılan bir yığın büyük derebeyi arasında yaşar. Derebeylerinin her birinin soydangelme ayrıcalıkları vardır ki kral başına dert açmadan bunlara dokunamaz.” (s. 52-53)
Bunları açıklamaları, İskender’in hükümdarlığının ölmesinden sonra nasıl dağılmadığı ve devam edebildiğini açıklamak için yapıyor. Pers Kralı Dara’yı yenmesine atıf yaparak açıklıyor. Birinci tür ve Osmanlı’yı örnek verdiği devletlerde buraları almak zordur, ancak bir kere aldı mı elde tutmak kolaydır. Çünkü mevcut prens ve soyunu yok ettin mi halk da gelene boyun eğer. Ama Fransa’yı örnek verdiği ikinci tür prenslikte orayı almak daha kolaydır, hatta içlerinden sana yardım edecek beyler de çıkacaktır. Ama sonra orayı tutmak zordur, mevcut yönetici ve ailesi yok edilse bile iktidar isteyen diğer beyler vardır ve bunları tatmin etmek de zordur.
“Fethedilmiş eyaletler ya da kentler kendi yasaları altında özgürce yaşamaya alışık olduklarında, daha önce de dediğim gibi, buralarda tutunmak için üç yol vardır: Birincisi, orayı yerle bir etmektir; İkincisi, oraya bizzat gidip yerleşmektir; üçüncüsü, sana dostluklarını sürdürmeyi sağlayacak fazla kalabalık olmayan bir hükümet atadıktan sonra vergi toplamakla yetinip onları kendi yasalarınca yaşamaya bırakmaktır.” (s. 56)
“Prens olmanın bu iki yolunu, kişisel beceri ya da talihin yardımını zamanımızdan iki Örnekle resmetmek isliyorum: Francesco Sforza ve Cesare Borgia. Francesco sıradan biri iken bileğinin hakkıyla Milano dükü oldu; ve binbir zahmetle kazandığını az bir çabayla elinde tuttu. Herkesin Valentino dükü dediği Cesare Borgia ise devletini babasının sayesinde kazandı ve onunla birlikte yitirdi.” (s. 63)
Machiavelli bunan sonra Papa Altıncı Alexander’ın oğlu Cesare Borgia’nın gücünü artırmak ve hükümdar olabilmek için yaptıklarını, başardıklarını tek tek ve uzun uzun anlatıyor. Yaptıklarını da şöyle sıralıyor:
“Dük’ün böylece toparlayıp incelediğim eylemlerinde eleştirecek bir yön görmüyorum. Tersine, zaten yaptığım gibi, talihin bir cilvesi ya da başkalarının gücünden yararlanarak prensliğe yükselen herkese onu örnek göstermeye değer buluyorum. Zira karakterinin büyüklüğünü bir büyük amacın başarısına koşarken başka türlü davranamazdı; sadece Alexander’in kısa ömrü ve kendisini vuran hastalık onun tasarılarının önüne dikildiler. Demek oluyor ki yeni edindiği prensliğinde düşmanlarını etkisiz kılmak, kendine dostlar bulmak, güçle ya da hileyle yenmek, halkın sevdiği ve korktuğu olmak, askerlerince itaat edilmek ve sayılmak, ona zararı dokunacak olanların ocağım söndürmek, eski kurumlan yenilemek, sert ama sevecen, geniş gönüllü ve serbest fikirli olmak, hain bir milisi ortadan kaldırıp bir yenisini kurmak, kendisine hizmette tez canlı ya da saldırmakta sakıngan olmaları için kralla ve prenslerle dostluğunu sürdürmek isteyecek kişi Cesare Borgia’nın eylemlerinden daha yeni örnek bulamayacaktır.” (s. 69)
ALÇAKLIKLA PRENSLİĞİN BAŞINA GEÇENLER ÜSTÜNE
Bu ilginç başlığı attıktan sonra alçakça kral olanlara iki örnek veriyor Machiavelli. Birincisinin ismi “Sicilyalı Agatocle”, Siraküza Kralı ve ya Tiranı olarak da biliniyor. Basit bir aileden geliyor, askere yazılıyor, generalliğe kadar yükseliyor. Ancak kral olmasını bir gün senatörleri toplantı adıyla bir araya toplaması ve hepsini katletmesine borçludur. Ondan sonra da yaptığı işlerde aldatma, ihanet, sözünden dönme eksik değildi.
Sivil prensler: bir sade kişinin alçaklık ya da nefret uyandıracak herhangi bir yolla değil de kenttaşlarının desteğiyle yurduna prens oluşuna, sivil prenslik denebilir.
Buna karşı ise büyüklerin ortaya çıkardığı ve desteklediği prensler de olabilir. Her ikisi için de Machiavelli şu tavsiyede bulunuyor:
“Halkın desteğiyle prens olmuş kişi bu desteği hep sürdürmeye bakmalıdır. Bu da kolay olacaktır zira halk ezilmemekten başka bir şey istemez. Buna karşılık, halka karşı büyüklerin yarattığı prens her şeyden önce halkın gönlünü kazanmaya bakacaktır; bu da kolay olacaktır yeter ki halkı kollasın. Oysa kötülük beklediği bir adamdan iyilik gören ister istemez ona şükran duyacaktır; o zaman halk sanki kendisi onu o mevkiye yüksekmişçesine prense daha yakınlık gösterecektir.” (s. 77)
Bir üçüncü tür prensliği de yazar ruhban prenslikler olarak açıklıyor.
ASKER TÜRLERİ
Asker türlerini üçe ayırıyor Machiavelli: prensin öz ordusu, paralı ordu ve yardımcı ordu. Bunlardan son ikisine güvenilmeyeceğini ve hatta yardımcı ordunun da bunar içinde en kötü olduğunu söyleyerek buna örnekler veriyor. Machiavelli bir devlette iki şeyin önemli olduğunu vurguluyor. Birincisi ordu, ikincisi yasa. Ordu, yani devletin güvenliği olmadan da yasalar olamayacağına göre bunlar içinde en önemlisinin de ordu olduğunu söylüyor.
“Yukarıda, bir prensin sağlam temellere sahip olmasının ne kadar gerekli olduğunu; yoksa yıkılıp gideceğini söylemiştik. Ve ister yeni, ister eski, isterse karma olsun tüm devletleri ayakta tutan başlıca temeller iyi yasalar ve iyi ordulardır. İyi ordular olmadan iyi yasalar olamayacağına göre ve iyi orduların bulunduğu yerde iyi yasaların olması gerektiği için yasalar üzerinde durmayıp ordudan söz edeceğim.” (s. 86)
Paralı askerlerin ne anlama geldiğini biliyoruz. Peki, yardımcı askerler ne demektir? Machiavelli bununla bir hükümdarın bir savaşı kazanmak için başka birinden yardım alması, ona yardım amaçlı gönderilen askerleri kastediyor. Bunların da kazanmaları durumunda prense tehlike oluşturduğunu söylüyor ve bir örneği de Osmanlı ile ilgili veriyor:
“Konstantinopl İmparatoru, komşularına karşı koymak için on bin Türkü Yunanistan’a soktu; savaş bitince bunlar ayrılmak istemediler: Yunanistan’ın dinsizlerin kölesi durumuna düşmesi böyle başladı.” (s. 93)
Bu da yukarıdaki alıntı ile ilgili çevirmenin düştüğü dipnot ve açıklama: “Paleolog’lar ile hanedan kavgası içinde olan Giovanni Cantacuzeno 1346 yılında Osmanlı beyi Orhan ile ittifak kurdu. Orhan Bey de imparatoru desteklemek üzere oğlu Süleyman’ın komutasında büyük bir askeri birlik gönderdi. Osmanlıların sonraki yıllar Rumeli’nde yayılmalarında bu birlikler çekirdek rolü oynadı.”
Asker ve ordu ile ilgili Machiavelli’nin sonuç olarak ve bir cümleyle söylediği kısa ve öz söz ise şöyle: “Hiçbir devlet eğer kendi özünden bir orduya sahip olmazsa güvenlikte değildir, tüm yazgısı talihin eline teslim edilmiştir” (s. 95)
Bunlardan çok sık örnekler veriyor. Okunabilecek tarihi kişiler: Sezar, İskender, Afrikalı Scipion, Keyhüsrev.
PRENSLERİN MEZİYETLERİ ÜZERİNE
Kitabın devamında Machiavelli prenslerin sahip olmaları gereken meziyetler üzerinde duruyor. Sevilmeli mi, korkulmalı mı? Cimri mi, cömert mi olmalı? Burada Machiavelli’nin iki yaklaşımı var. Teorik olarak ve olması istenenin hangisi olduğunu belirtirken, dönem, koşullar ve ortama göre prensin hangisini uygulaması gerektiğini vurgular.
“Bu noktada bir sorun çıkıyor: Korkulmaktan çok sevilmek mi iyidir, yoksa sevilmekten çok korkulmak mı? Benim yanıtım bunların ikisinin de gerekli olduğudur; ama ikisini bağdaştırmak güç gözüktüğüne göre, birinden biri olmayacaksa sevilmekten çok korkulmak bence çok daha güvenlidir. Çünkü insanlar hakkında genelde şu söylenebilir: Nankör, değişken, içten pazarlıklı, korkak ve çıkarcıdırlar; onlara iyilik ettiğin sürece hepsi seninledir; yukarıda da dediğim gibi, gerekmedikçe kanlarını, mallarını, canlarını ve çocuklarını sana sunarlar ama bir gerekmeye görsün hepsi senden yüz çevirirler.” (s. 106)
“Bir prensin sözüne sadık kalmasının ve düzenbazlıklar yapmak yerine namusluca bir yaşam sürmesinin ne övülesi bir şey olduğunu her kişi anlar. Bununla birlikte zamanımızdaki deneylerle de bellidir ki ancak verdikleri sözü hiçe saymış ve insanların beyinlerini kurnazca uyutmasını bilmiş prensler büyük işler yapmışlardır ve sonunda dürüstlüğü temel almış olanlara üstün gelmişlerdir.” (s. 109)
Çevirmen, Machiavelli’nin yüzyıllardan gelen bir ünü olduğunu, herkesin bu kitabı bildiğini ama çok az kişinin okuduğunu söylemişti baştaki sunuşta. Buna ilave olarak bu okuyanların da hepsinin kitabı anlamadığını belirtiyordu. Çünkü Machiavelli söylediği ve tartıştığı şeylerden dolayı da çok eleştirilmiştir ve eleştirilmeye devam edilecektir.
Bunun sebebi bir yandan Machiavelli olayları, yani bir prensin teorik olarak nasıl en iyiyi yapabileceğini söylerken, diğer yandan da bir pragmatist olarak gerçek olaylar sırasında her zaman en iyinin başarılı olamadığına vurgu yaparak tam aksini yapmasını öğütlüyor prenslere. Bunlardan biri de bir prensin verdiği sözü tutması ile ilgili kısımdır.
“Ve ayrıca belirtmek gerekir ki bir prens, hele yeni prens olmuş biri anlamalıdır ki insanları övgüye değer kılan tüm bu şeyleri yerine getiremez çünkü devleti elinde tutmak için sık sık verdiği söze karşı, iyilikseverliğe karşı, insanlığa karşı, dine karşı davranmak zorunda kalır. Bu yüzden talihin rüzgârlarına göre, durumların değişmelerine göre, dönmeye hazır bir zihne sahip olmalıdır, ve daha önce de dedim ya, elverirse iyilikten uzaklaşmasın ama gerekiyorsa kötülüğü seçmesini bilsin.” (s. 110-111)
Son olarak Machiavelli bu kitabı niye yazmıştır. Bunun birçok sebebi olabilir. Çevirmen bunlardan birkaçını Sunuş’ta sıralıyor. Ancak kitabın sonundaki bu cümle bence yazarın kitabını yazarken aklından geçirdiği diğer arzularının çok üstündedir.
“İtalya’yı kurtaracak adamın ortaya çıkmasını görmek için bunca uzun bekleyişten sonra bu fırsat kaçırılmamalıdır.” (s. 142)
Niccolo Machiavelli
Prens
Özgün adı: Il Principe
Çev: Nazım Güvenç
2. Baskı
Anahtar Kitaplar Yayınevi
İstanbul
1994
142 sayfa.
Yazının sonunu getiremedim. Yorumlar alıntılar ve emek verilmiş bir yazı. Kısım kısım okursam daha iyi idrak ederim. Tarih notu okuyormuşum gibi hissettim. Emeğine sağlık. 🙏
Siyaset felsefesi ile ilgili bir kitap ve tabii çok sayıda tarihi olayı da anlatıyor. Parça parça okunmasında faya olabilir.
Yıllar önce, Nizâmülmülk'ün Siyâsetnâme’si ile Machiavelli’nin “Prens’ini (Hükümdar), siyaset felsefesi açısından doğu ve batı bakış açısını görebilmek için birlikte okumuştum. Benim için oldukça faydalı bir okuma olmuştu. Oldukça ayrıntılı bir şekilde hazırlamış olduğunuz yazınızla Prens’i tekrar hatırlamış olduk. Siyasetname hakkında da yazarsanız istifade ederiz.
Siyâsetnâme'yi sizden duydum ve söylediğiniz için teşekkürler. Arada edebiyat dışı klasikleri okumayı seviyorum. Siyâsetnâme'ye de bakacağım.