Tom Bottomore - Frankfurt Okulu ve Eleştirisi
Önde solda Horkheimer, önde sağda Adorno ve arkada sağda eli saçlarında Habermas. |
Tom Bottomore “Frankfurt Okulu ve Eleştirisi” başlıklı kitabında ilk önce özet olarak Frankfurt okulunun tarihini anlatıyor ve dört döneme bölüyor. Daha sonra Frankfurt okulunun önemli isimleri ve görüşlerine yer veren yazar, devamında da okulun eleştirisini yapıyor. Bottomore kendi deyimi ile ampirik toplum bilime karşı Eleştirel Kuramı geliştiren okulun “eleştirisinin eleştirel değerlendirmesini” yapıyor.
Bottomore, Frankfurt Okulu ve bu okulun Adorno, Horkheimer, Marcuse, Habermas gibi isimlerinin yapıtları, görüşleri, savları ve dile getirdikleri eleştirileri anlatırken, hangi yönleriyle eleştiren kuram ve bu görüşlerin eksik kaldığına değiniyor. Ayrıca okulun da farklı dönemlerde bir birine tamamen zıt olmasa da farklı görüşler ve yöntemlere başvurduğunu söylüyor.
Bu anlamda okurda Eleştiren Kuram ve Frankfurt Okulu’nun çok eksik olduğu algısı oluşacaktır. Bu konuda kitabın Editör’ün Önsözü kısmında Peter Hamilton şöyle diyor:
“Tom Bottomore'un elinizdeki bu kitabı, Frankfurt Okulu kuramcılarının çalışmasının, -hem Marksçılık hem de toplumbilim konusunda- büyük ölçüde kısır olduğu izlemini verse de, aynı zamanda vaatlerini yerine getirmeyen bu düşüncelerin bilim insanlarının ilgisini niçin bu denli çok çektiğinin nedenlerine de işaret eder. Aslında Frankfurt Okulu'nun belli başlı kuramcılarının çalışması, Marksçı kavramların "felsefece" yorumlarının popülerliklerinin en üst noktasında olduğu bir zamanda ilgi çektiği için, bu düşüncelere yoğun ilgi gösterilmesi bir parça anlamlıdır. Okul'un çalışmasına duyulan ilginin 1968 yılından sonra İngilizce konuşulan dünyada -daha iyi bir sözcük bulunmadığı için- "şaha kalkması" bir rastlantı değildir. Bu çalışma, "düşünsel" ve kültürel bakımdan sofistike, kısmi bir Marksçılık vaadi olmasının yanı sıra yadsınamaz bir çekiciliğe sahipti.” (Peter Hamilton, Editör’ün Önsözü, s. 9)
GİRİŞ
Tom Bottomore, ilk önce Frankfurt Okulu’nun nasıl kurulduğu, geliştiği, kimlerim müdür olduğu konusunda bir giriş yapıyor.
“Okulun üstünde yükseldiği kurumsal temel, Eğitim Bakanlığı'nın kararıyla resmî olarak 3 Şubat 1923 tarihinde Frankfurt Üniversitesi'ne bağlı kurulan Toplumsal Araştırma Enstitüsü'ydü.” (s. 11) diyen Tom Bottomore, “Enstitü'nün kuruluşu Bolşeviklerin Rusya'da kazandıkları zaferin ve Orta Avrupa devrimlerinin, özellikle Almanya'da uğradığı yenilginin oluşturduğu özel koşullarda gerçekleşti.” (s. 11) diye de kurulduğu döneme dikkat çekiyor.
“Bu nedenle Enstitü sol kanat entelektüellerin yeni koşullarda özellikle kuram ile pratik arasındaki ilişki bağlanımda hissettikleri Marksçı kuramı yeniden değerlendirme ihtiyacına bir yanıt olarak görülebilir. Bu anlamda Enstitü, "Batı Marksçılığı" diye bilinir hale geldi ve bir taraftan Marksçı kuramın ileri kapitalist toplumlar bağlanımda çeşitli, ama ağırlık olarak felsefece ve Hegelci yeniden yorumlarının, diğer taraftan toplumun ve devletin SSCB'deki gelişimine ilişkin giderek eleştirel hale gelen görüşün tanımladığı daha geniş bir düşünce hareketinin bir parçasını oluşturdu.” (s. 12)
Frankfurt Okulu dört döneme ayrılıyor:
1- 1923-1933 arasını kapsayan birinci dönem. Özel bir Marksçı düşünce eğilimini esinlemediği ve çalışmalarının önemli bir kısmı güçlü bir ampirik niteliğe sahip olduğu bir dönem.
2- “İkinci dönem, özgün Yeni-Hegelci eleştirel kuram düşüncelerinin Enstitü'nün etkinliklerinin rehber ilkesi olarak sıkıca aşılandığı, 1933'den 1950'ye kadar süren Kuzey Amerika'daki sürgün dönemidir.” (s. 13)
3- Frankfurt Okulu'nun etkisi -özellikle "Yeni Sol"un ortaya çıkmasıyla birlikte 1956 yılından sonra- Avrupa'nın büyük bir kısmına ve Enstitü üyelerinin birçoğunun (özellikle Marcuse) kaldığı Birleşik Devletler'e de yayıldı. Bu, Frankfurt Okulu'nun öğrenci hareketinin hızlı gelişimiyle birlikte en fazla düşünsel ve siyasi etkiye sahip olduğu dönemdir.
4- Frankfurt Okulu'nun dördüncü dönemi olarak kabul edebileceğimiz 1970'li yılların başında, Okul'un etkisi yavaş yavaş azaldı ve hatta Okul, Adorno'nun 1969 ve Horkheimer'ın 1973 yılındaki ölümüyle birlikte bir okul olarak var olmaya neredeyse son verdi. Frankfurt Okulu, son yıllarında başlangıçta esin kaynağı olan Marksçılıktan öylesine büyük çaplı koptu ki, Jay'in sözcükleriyle söylersek "...Marksçılığın dalları arasında sayılma hakkını yitirdi"
1 - OKUL’UN OLUŞUMU
Bottomore, Frankfurt Okulu’nun yukarıda sıralanan dört döneme bölüyor ancak bunlardan sadece son üçünü anlatıyor. İlk dönem zaten diğer üç dönemden çok farklıdır. İlk iş Horkheimer’i anlatmakla başlıyor. Horkheimer’in ampirizm eleştirisini şöyle anlatıyor:
“Horkheimer 1930'lu yıllara ait daha sonraki makalelerinde özellikle Viyana Çevresi'ninki olmak üzere (birbirlerinin yerine kullanılabilen terimler) modem pozitivizm (olguculuk) ya da ampirizm eleştirisi aracılığıyla felsefenin rolüne ilişkin kendi anlayışını geliştirdi. … Nitekim yalnızca "Yeni-romantik metafiziğin ve köktenci pozitivizmin benzer kökleri, orta sınıfın mevcut kasvetli durumundadır' (Critical Theory: Selected Essays, New York, Herder & Herder, 1972, s. 140) ve "modem ampirizmin bütün sistemi, liberalizmin gelip geçici dünyasına aittir" (age, s. 147) savlarını ileri sürer.” (s. 17-18)
“Bir başka düzeyde, Horkheimer bir bilgi kuramı ya da bilim felsefesi olarak pozitivizmin üç ana noktada eleştirisine girişir: (i) pozitivizm faal insanları mekanik belirlenimciliğin şemasındaki olgular ya da nesneler olarak düşünür; (ii) dünyayı yalnızca deneyimde verili olduğu biçimiyle doğrudan kavrar ve öz ile görünüş arasında ayrım yapmaz; (iii) bu olgu ve değer arasında mutlak bir ayrım teşkil eder ve dolayısıyla bilgiyi insanın ilgilerinden (istemlerinden) ayırır. Horkheimer pozitivizmi, "tek tek olguların kesin bir bağlantı içinde ortaya çıktıları" ve "gerçekliği bütünlüğü içinde yansıtmaya çalışan diyalektik kuram"la karşılaştırır. Ayrıca, diyalektik düşünce "tarihsel ilgilerle bağlantılı olduğu için... deneyimin önemli yapılarına ampirik bileşenleri katar... Sağlam sağduyu sahibi birey, dünyanın rezil durumunun farkına varıp onu değiştirmek istediğinde diyalektik düşünce bireyin verili olguları düzenlediği ve onlardan bir kuram oluşturduğu rehber ilke haline gelir... Doğru düşünme, doğru istencin doğru düşünmeye dayandığı denli doğru istence dayanır" (age, s. 161-162).” (s. 18)
“Toplum düşüncesinin karşıt türü "eleştirel kuram", nesnel olguların kavramsal sistemlerin yardımıyla tamamen dışarıdan bir bakış açısıyla belirlenmesi yöntemini reddeder ve "olgular, toplumun işleyişinden ortaya çıktıkları için ... günümüzde bireyin amaçlılığı, kendiliğindenliği ve ussallığı ile toplumun üzerinde inşa edildiği işleyiş-süreci ilişkileri arasındaki gerilimi gerçekten aşmak ve karşıtlığı ortadan kaldırmak çabasının güdülediği eleştirel düşünceye ... bilgine olduğu denli dışsal olmadıklarını" (s. 209-210) iddia eder.” (s.19)
Yazar Horkheimer ve Marcuse’nin savları ve görüşlerine yer verdikten sonra Adorno’ya geçiyor. Özellikle de bu üç bilim adamının işçi sınıfı konusundaki görüş farklılıklarına değiniyor.
“Dahası işçi sınıfının devrimci potansiyeline (sınırlı) inançlarını yavaş yavaş yitiren Horkheimer ve Marcuse'dan farklı olarak Adorno, Marx'ın iktisadi çözümlemelerini ya da sınıf kuramını kesinlikle ciddi biçimde önemsemiş gibi görünmemektedir.” (s. 22)
Horkheier ve Adorno’nun Aydınlanmanın Diyalektiği kitabından bahsederek şöyle diyor:
“Kitabın girişinde dile getirilen ana teması, bilimsel düşüncede ve pozitivist bilim felsefesinde ulaşılan "yanlış açıklık" aracılığıyla “Aydınlanmanın kendi kendini yıkıma uğratması”dır -yani olguların olumsuz, eleştirel ele alınması olarak kavranan usun kendi kendini yıkıma uğratmasıdır. İnsanlığın "gerçekten bir insanlık durumuna girmek yerine, yeni bir tür barbarlığa batması"nın sonucu olan kültürel çöküşün ana nedeninin, bu modern, bilimsel bilinç olduğu kabul edilir. Bundan dolayı, kitabın birinci kısmında pozitivizm eleştirisinin izi sürülür ve bu, bilimin ve teknolojinin daha sonra tahakkümün yeni biçimlerinin oluşturulmasını olanaklı kılan ve buna yardım eden "ideolojiler" olarak ele alınmalarının habercisi olan bilim ve teknoloji eleştirisiyle bağlantılıdır.” (s. 22-23)
Yukarıda da belirtildiği gibi modern bilimsel yöntem yani pozitivist/ampirik bilim, aydınlanmanın önünü kesen sebeplerin başında geliyor. Bundan dolayı bu bilim anlayışının karşısına daha çok felsefi bir yaklaşımla ilerleyen Eleştiren Kuram’la çıkarlar. Ancak buna rağmen yazarın da belirttiği gibi Okul zaman zaman ve özellikle de son dönemde ampirik çalışmalara çok yaklaşıyor ve felsefe yönü de giderek azalıyor.
“Önyargı Araştırmaları ampirik araştırmalardı ve gördüğümüz gibi, Horkheimer Enstitü'nün müdürü olduğunda Almanya'daki işçilerin tutumları üzerine ampirik bir araştırma başlatmıştı. Pozitivizme/ampirizme muhalif, farklı bir toplum kuramı okulunun gelişimi, toplum bilimlerinin öncelikle ampirik araştırmalara yönlendirildikleri bir çevrede gerçekleştiği için eleştirel kuram ile ampirik araştırma arasındaki ilişki sorunu sürgünde çok daha ağır bir biçimde ortaya çıktı. Enstitü'nün önde gelen üyeleri, bağımsız mali yardım sayesinde anadamar Amerikan toplum biliminden büyük ölçüde uzak durabildiler. Bu suretle örneğin dergileri Zeitschrift für Sozialforschung (Studies in Philosophy and Social Science adını aldığı) 1939 yılına kadar genelde Almanca basılmaya devam etti ve Enstitü üyeleri koşulların izin verdiği ölçüde Avrupa'yla, özellikle de Almanya'yla yakın bağlarını muhafaza ettiler. Her şeye rağmen Enstitü üyeleri en sonunda ampirik araştırmaya çeşitli biçimlerde -özellikle Paul Lazarsfeld'le kurulan ilişkiler ve Önyargı Araştırmaları aracılığıyla - dahil oldular ve kuram ile araştırma arasında ilişkiyi kuramın önceliğini savunan bir düşünce şeması çerçevesinde daha doğrudan ele almak zorunda kaldılar.” (s. 28-29)
2 - ELEŞTİREL KURAMIN DORUĞU
Frankfurt Okulu’nun üçüncü ve en etkili olduğu dönem İkinci Dünya Savaşı’nın bitmesinden sonra Avrupa’ya döndükleri dönemdir. Eleştiren Kuram da bu dönemde şekillenir.
“Enstitü 1950 yılında Frankfurt'a döndükten sonra Horkheimer'ın ve özellikle daha sonraları olmak üzere -Chicago Üniversitesi'nde misafir profesör olduğu için Horkheimer'ın 1954 ve 1959 yılları arasında çoğunlukla Enstitü'de bulunmaması ve 1959 yılında emekli olması nedeniyle- Adorno'nun düşüncelerinin hâkimiyeti altına girdi. Dirilen bu biçimi içerisinde Adorno'nun başlıca ilgi alanları da olan sınırları iyi belirlenmiş bir düşünce okulu, en üst düzeyde bir felsefe ve estetik kuramı okulu karakterine büründü. Enstitü'nün farklı yönelimi, onunla ilişki içindeki ikinci nesil düşünürlerin çalışmalarında da açıktır. Bu düşünürlerin en önde gelenlerinin -Jürgen Habermas, Alfred Schmidt ve Albrecht Wellmer- hepsi felsefeciydi. Daha sonraları Enstitü'nün Avrupalı ve ABD'Ii taraftarları arasında özellikle siyasi eylem bağlamında olmak üzere farklılıklar belirdiyse de, Enstitü'nün daha eski üyelerinden, ABD'de kalan Marcuse da en azından yeni okulun önde gelen bir figürü olarak düşünülebilir.” (s. 33)
Adorno, “Pozitivizm, yalnızca verili olanı olduğu gibi kabul eden değil, aynı zamanda ona olumlu bakan bir tutumdur" savıyla yeniden eleştirmeye başladı ve sonraki on yıl boyunca pozitivizme saldırma, çalışmalarının ana motifini oluşturdu.” (s. 34)
Okul üyelerinin pozitivizm eleştirilerinin geniş bir çerçevede üç farklı boyutu vardı; bunlar şöyle sıralanıyor:
“- Birinci olarak pozitivizm doğru bir toplum yaşamı kavramlaştırmasına ya da kavrayışına ulaşmayan ve ulaşamayan yetersiz ve yanıltıcı bir yaklaşımdır;
- İkinci olarak yalnızca varolan şeyle ilgilenerek mevcut toplumsal düzeni onaylar, herhangi bir köktenci değişimi engeller ve siyasi dinginciliğe yol açar;
- Üçüncü olarak yeni bir tahakküm biçimiyle, yani "teknokrasi tahakkümü"yle çok yakından bağlantılıdır ve aslında onun sürdürülmesinde ya da üretilmesinde büyük bir etkendir.” (s. 34-35)
Eleştirel kuramcılar, pozitivizmi mevcut düzeni koruyan, pekiştiren ve değişime karşı olan bir yaklaşım olarak görüyor ve bu yönden eleştiriyor. Çünkü Marksçı olan Frankfurt Okulu, toplumun dönüştürülmesi, aydınlanma, dönüşümle ilgileniyor. Temelde de işçi sınıfının aydınlanması sonucu toplumsal devrimleri teşvik eden bir yaklaşımdır.
“Eleştirel kuramın amacı toplumun dönüştürülmesi ve insanlığın özgürleştirilmesi olarak açık hale gelir. Bilgi ile amacı, kuramsal ve pratik usu birleştirme girişimi, Frankfurt Okulu'nun temel felsefi konumu ve pozitivist "olgu" ve "değer" ayrımı eleştirisinin zemini haline geldi ve öyle kaldı.” (s. 37)
“Adorno, 1950'lerdeki ve 1960'lardaki makalelerinde büyük ölçüde Horkheimer'ın zaten dile getirmiş olduğu pozitivizm eleştirilerini özellikle pozitivizmin "olgular"la (yani yüzeysel görüngüyle) zihinsel meşguliyetine ve toplumun varolan durumunun sözde "pozitif" değerlendirmesine yönelik olanlar olmak üzere yineledi.” (s. 39)
Frankfurt Okulu'nun pozitivizm eleştirisindeki ikinci tema, pozitivist bir bilim felsefesi (ya da çok daha genel olarak pozitivist bir "dünya görüşü") ile status quonun kabul edilmesi arasındaki bağlantıdır.
“Dialectics of Enlightenment'da tahakkümün muhafazasındaki başlıca etken olarak artık bir bilim felsefesi ve burjuva düşüncesinin bir öğesi olarak bilimcilik değil, ama bilim ve teknoloji ve bütün topluma yayılan "teknolojik bilinç" ya da "araçsal us" görülür. Aynı zamanda kapitalist toplumun sınıf yapısı ve sınıflar arasındaki çatışma, artık Marx'ın onları tanımladığı gibi modern toplumun önemli özellikleri olarak görülmedikleri için, tahakkümün belirli bir sınıfın tahakkümü olarak kabul edilmesine son verilir. Marcuse'un One-Dimensional Man'de ifade ettiği gibi: "Kapitalist dünyada, onlar [burjuvazi ve işçi sınıfı] halen temel sınıflardır. Bununla beraber, kapitalist gelişim bu iki sınıfın yapısını ve işlevini artık onların tarihsel değişimin aracıları olarak görülemeyecekleri bir biçimde değiştirdi. Kurumsal mevcut durumun korunmasına ve ıslahına ağır basan ilgi eski düşmanları çağdaş toplumun en ileri bölgelerinde birleştirir” (s. 46)
“1968 tarihli Alman Toplumbilim Konferansının modem toplumlar "geç kapitalizm" mi yoksa "sanayi toplumu" olarak mı nitelendirilmeliler temalı açılış konuşmasında Adorno, sınıflar daha halen mevcut olsalar da, işçi sınıfı bilincinin artık söz konusu olmadığını ileri sürerek Marx'ın temel kavramlaştırmalarının bazılarını -artı değer, yoksullaştırma, üretim güçlerinin üretim ilişkileri üzerindeki etkisi- sorgulamaya girişip ardından hâkim konumlardakiler de dahil olmak üzere, toplumun bütün üyelerinden bağımsızlaşan "sistemdin teknolojik ussallığın kişisel olmayan güçlerince yönlendirildiği sonucuna ulaşan bir savın izini sürdü.” (s. 47-48)
“Teknolojik ussallık düşüncesi ile Max Weber'in modem dünyanın "ussallaşması" süreci anlayışı arasında belirgin bir yakınlık söz konusudur. Frankfurt Okulu düşünürlerinin giderek Weber'in düşüncesinden (Marcuse'un 1964 tarihli makalesi dışında onu çok az ansalar da) etkilendikleri sık sık belirtildi. Öyle ki bazıları Frankfurt Okulu'nun 1950'li ve 196O'lı yıllardaki gelişimini ileri sanayi toplumlarına içsel tarihsel eğilimlerin Marksçı kavramlaştırmasından Weberci bir kavramlaştırmasına bir geçiş olarak yorumladılar.” (s. 48-49)
“Marcuse çözümlemesini ampirik bir çalışmaya ya da kullanılabilir kanıtların değerlendirilmesine dayandırmaz. Muğlak bir "geniş toplumbilim ve psikoloji yazını”na başvursa da, "muhtemelen en etkili kanıta yalnızca televizyon seyrederek ya da reklamlarda kapatmadan, arada bir istasyon değiştirerek birkaç gün bir saat AM radyo dinleyerek ulaşabilir" sonucuna vardı (s. xvii). Reason and Revolution'm savlarını daha gözde bir biçimde yineleyen ve muhtemelen Horkheimer'ın "zihin durumlarının güçsüz bir ifadesi" olarak adlandırdığı şeyin ötesine geçemeyen One- Dimensional Man ABD'deki ileri sanayi toplumu üzerine felsefece düşünmelerden oluşmaktadır. Kitaptaki geniş genellemelerin ABD'ye özgü, kültürel açıdan değersiz ticari radyo ve televizyon ve Birinci Dünya Savaşı öncesinden itibaren siyasi olarak örgütlenmiş bir işçi sınıfının bulunmaması deneyimine ne denli çok dayandığına özellikle işaret edilebilir.” (s. 52-53)
“Frankfurt Okulu'nun düşüncesindeki ikinci büyük temayı -bireyin günümüz toplumundaki kaderinden duyulan kaygı- ele almamız gerekmektedir. Bu tema, "bilimsel-teknolojik ussallık"ın tahakkümü düşüncesiyle yalandan ilişkilidir ve aynı zamanda Max Weber'in son dönem yazılarının ilgileriyle açık bir yakınlığı vardır. Daha önce işaret ettiğim gibi (s. 24), Horkheimer en başından bir birey olmanın değerine bağlıydı ve bu bağlılığını, hayatının son on yılında Weber'i anımsatan bir biçimde daha ziyade karamsar bir damardan olsa da makalelerinde ve görüşmelerinde yeniden ortaya koydu. "Bireyin sahip olabileceği görece özerkliğin en ufak kırıntısını bile ortadan kaldırmaya eğilimli" bir çağda, "ussallaştırılmış, otomatikleştirilmiş, tamir olmayacak biçimde bütünüyle hasar görmüş bir dünyaya yönelik bir eğilim" olarak gördüğü şeyle karşı karşıya kalan Horkheimer, bu eğilime karşı çıkmanın, "bireyin sınırlı ve kısa ömürlü özgürlüğü"nü korumanın ve olanaklı olduğu yerde genişletmenin yolunu "bütünüyle ötekiye duyulan dini bir arzu" düşüncesinin dışında bulamadı. Horkheimer hayatının sonunda "eleştirel kurama" olmaktan vazgeçip bir tür dini düşünceye kaydı. Kant ve Hegel'i Marx'tan üstün gördü” (s. 56-57)
“Frankfurt Okulu'nun çalışmasındaki üçüncü ana tema -"kültür endüstrisi"- toplumbilimsel ilgilerle çok daha yakından ilgili bir temadır. Bu düşünce ilk defa, Horkheimer ve Adorno tarafından "The culture industry: enlightenment as mass deception" adlı makalelerinde ortaya konuldu. Makalede "tekel altındaki bütün kitle kültürünün özdeş" ve aynı zamanda "kültür ile eğlencenin kaynaşmasının bir sonucu olarak "bozuk" olduğu ve dahası reklam ile kültür endüstrisinin her ikisinin de "insanları yönlendirme yöntemi" haline geldiği bir "birleşmelerinin" söz konusu olduğu savunuldu. Adorno ve Horkheimer, "reklamın kültür endüstrisindeki zaferinin, tüketicilerin reklamlar aracılığıyla görmelerine rağmen kendilerini onun ürünlerini almaya ve kullanmaya mecbur hissetmeleri" (s. 167) olduğu sonucuna ulaştılar.” (s. 62-63)
Dolayısıyla Frankfurt Okulu'nun eleştirel kuramı olgunluk evresinde birbiriyle ilişkili üç öğe cisimleştirdi:
1 - Toplum bilimlerinde pozitivizmin (ya da daha geniş olarak bilimciliğin) bilgikuramsal ve yöntembilgisel eleştirisi;
2 - Tahakkümün yeni, teknokrat-bürokratik biçiminin yaratılmasında büyük bir etken olarak bilimin ve teknolojinin ideolojik etkisine yönelik eleştirel tutum;
3 - Kültür endüstrisi ve daha genel olarak tahakkümün kültürel boyutları üzerine düşünme. (s. 68-69)
“Bütün Frankfurt Okulu kuramına içeriğini kazandıran toplumsal-felsefi bakış açısı nesnel, yasa-yönetimli tarih düşüncesine karşı "öznelliğin savunulması"na dayanmaktaydı ve bu bakış açısı 1960'lann öğrenci hareketinde her şeyden önce "sistem"e karşı coşkulu bir tepki uyandırdı. Ama Yeni Sol ve öğrenci hareketi, diğer Marksçı ya da marxisant öğretiler çeşitliliğinden de ilham aldı. Frankfurt Okulu'nun etkisi özellikle ya önemli bir yerel Marksçı düşünce geleneğinin bulunmadığı (Britanya ve ABD) ya da bu geleneğin büyük ölçüde yok edildiği (Batı Almanya) ülkelerde güçlüydü. Fransa ve İtalya'da güçlü Komünist partilerin varolması ortodoks Marksçı-Leninci düşünce yığının büyük bir kısmının korunmasını sağladı ve 1956 yılından sonra sıra bu yığının gözden geçirilmesine ve Marksçılığın yeni biçimleri tarafından tamamlanmasına geldiğinde, başlıca düşünsel etkiler Gramsci'nin, Lukâcs'ın, Sartre'ın ve sırası geldiğinde bir bilim olarak Marksçılığın yeni bir uyarlamasını geliştiren Althusser'inkilerdi. Doğu Avrupa'da tam bu sırada ortaya çıkan revizyonist Marksçılık, derinlikli olarak Lukacs'ın ve Gramsci'nin düşüncelerinden etkilendi. Son olarak, 1960 sonlarının köktenci toplum hareketleri, Çin ve Küba devrimlerin-den ve Maoculuk öğretilerinden güçlü bir biçimde etkilendi. Dolayısıyla Frankfurt Okulu yalnızca Marksçı ve köktenci kuramların çok genel eleştirel yenilenmesinde geçerli olan bir düşünceydi ve onun bu türden kuramların izleyen gelişimindeki yeri fazlasıyla tartışmaya konu olmaktadır.” (s. 69-70)
3 - ÇÖKÜŞ VE YENİLENME
Tom Bottomore, “Çöküş ve Yenilenme” başlıklı kitabın son bölümünde Frankfurt Okulu’nda bir dönemin kapandığı (Adorno ve Horkheimer’in ölümleri sonucu) ve daha çok Habermas’ın etkisinin görüldüğü dönemi ele alıyor. Bu dönemi zaman zaman “yeni-eleştirel kuram” dönemi olarak da adlandırmaktadır. Bu dönemde Okul’un deredeyse tamamen Marksçı görüşten ayrıldığı dönem olarak da bakılıyor.
“Adorno ve Horkheimer'ın ölmeleri ve köktenci öğrenci hareketinin 1970'lerin başında çökmesiyle birlikte, Frankfurt Okulu tarihindeki büyük bir evre sona erdi. Marksçılıkla ilişkisi son derece belirsiz hale geldiği ve artık siyasi hareketlerle herhangi bir bağlantısı kalmadığı için Okul, bir anlamda Marksçı bir düşünce biçimi olarak varolmaya kesinlikle son verdi. Ama eleştirel kuramın merkezi düşüncelerinden bazıları -son on yılda açık bir biçimde tanımlanmış bir okulun araştırma programının bir parçası olarak değil ama tek tek düşünürlerinin çalışmalarında (hepsinden önce Jürgen Habermas tarafından olsa da ayrı zamanda değişik biçimlerde Albrecht Wellmer, Alfred Schmidt ve Claus Offe tarafından) açımlanmış ve geliştirilmiş olmaları farkıyla- toplum düşüncesini etkilemeyi sürdürdüğü için okul bir başka anlamda varlığım sürdürdü. Aynı zamanda eleştirel kuram en son gelişiminde Adorno'nun ve Horkheimer'ın toplum bilimler felsefesine ve ideoloji eleştirisine özel ilgilerini muhafaza ederek, onların kimi temel anlayışlarından büyük ölçüde saptı.” (s. 71-72)
“Habermas'ın -yeni eleştirel kuramının başmimarı- yazıları, keskin bir biçimde birbirlerinden ayrılmasalar da iki farklı bölümden oluştu. Çalışmalarının büyük bir kısmım oluşturan birinci bölümde, Habermas Frankfurt Okulu'nun pozitivizm eleştirisini sürdürdü ve toplum bilimlerine özel bir göndermeyle yeni bir bilgi kuramı dile getirmeye girişti. Nitekim, Habermas 1960'lara ait iki makalesinde (Adorno'nun, Horkheimer'ın ve Marcuse'un yazılarında olduğu gibi sözgelimi on dokuzuncu yüzyıl pozitivizmi, Viyana Çevresi'nin mantıksal pozitivizmi ve modem gerçekçilik arasında ayrım yapmaksızın çok geniş ve muğlak bir tarzda kavranan) pozitivizme itirazların bazılarını yeniden ifade edip geliştirdi ve pozitivizmi "diyalektik kuram"la karşılaştırdı.” (s. 72)
“Habermas'ın en son çalışmasında -"iletişimsel eylem kuramı"nın iki muazzam ciltlik açıklaması- temelde "evrenselleşme kuramı"nın alıkonulmasının temsil ettiği bir düşünce sürekliliği olsa da ilgi odağında önemli bir değişiklik söz konusudur. Habermas'ın girişte açıkladığı (s. 23) gibi amacı şudur: (i) ussallık kavramım açıklamak; (ii) kavramı modem bir dünya kavrayışının ortaya çıkışıyla bağlantılı olarak evrimci bir görüşe dahil etmek ve (iii) ussallık kuramı ile toplum kuramı arasındaki bağlantıyı hem kuramsal-üstü hem de yöntembilgisel düzeyde göstermek. Burada Habermas'ın felsefi kaygıları kitabının ikinci kısmıyla -bir toplum kuramının inşasıyla- birleşir ve kitap büyük ölçüde toplum kuramındaki ussallaşma ve modernleşme kavramlaştırmalarının çözümlenmesine ve değerlendirilmesine ayrılır.” (s. 81)
“Yeni eleştirel-kuramcıların toplum kuramında toplum sınıflarının değişen siyasi öneminin üzerinde durulması ve meşruluk ve motivasyon sorunlarının halen daha fazla düşünülmesi, eski Frankfurt Okulu'nun düşünceleriyle bir sürekliliğe işaret etmektedir. Ama aynı zamanda derin farklıklar söz konusudur. Habermas ve onun çalışmasından etkilenenler, Marx'ın düşüncesini daha açık bir biçimde ve bilerek kendilerine çıkış noktası olarak alırlar ve görevlerinin Marksçı kuramın yerine bir başkasını koymak değil onu yeniden inşa etmek olduğunu düşünürler.” (s. 85)
“Habermas'm Frankfurt Okulu'nun daha eski düşüncelerinden ayrılmasının boyutu en belirgin olan şeydir. Habermas farklı bir biçimde Marksçı olan bir toplum kuramına daha büyük bir önem vererek, bir anlamda Adorno'nun ve Horkheimer'ın izlediği yolu tersine takip etti. Dolayısıyla çalışmasında "kültür endüstrisi "ne çok az gönderme varken, iktisadi ve siyasi yapıların çözümlemesine daha fazla ilgi gösterdi. Dahası, Habermas eleştirel kuramı bilimin karşısına koyup onu felsefi düşünceyle özdeşleştirmez. Eleştirinin bir biçimde "felsefe ile bilim arasına" yerleştirilmesi gerektiğini ileri sürer ve bu anlayış, toplum bilgisi olanağını tüketmeyecek ve tamamlanacak ya da "siyasi amaçlı tarih felsefesi"nin çerçevesine yerleştirilecek olsa da ampirik bir toplum bilim için yer açar.” (s. 90-91)
“Öte yandan eleştirel kuramda 1930'lardan günümüze uzanan bariz süreklilikler söz konusudur. Habermas, felsefeye Adorno'nun ve Horkheimer'ın düşüncesindeki ayrıcalıklı rolü vermese de, onun ilk dönem çalışmalarında özellikle çoğunlukla pozitivizm eleştirisi üzerine düşündüğü ve şimdiye değin etkisinin toplum bilimlerinin felsefi temellerine ilişkin üstkuramsal tartışmalara damgasını daha güçlü bir biçimde vurduğu ve toplum kuramının yeniden inşası çalışmasında ve Stamberg Enstitüsü araştırma programında daha önemli bir yer işgal etmeye ancak daha yakın zamanda başladığı kesinlikle bir vakıadır. Ama özellikle toplumsal sınıfların geç kapitalist toplumda değişen durumuna, rolüne ve Marx'ın çözümlemesinin bir seçeneği ya da bir tamamlayıcısı olan kapitalist gelişimin temel eğilimlerine ilişkin bir görüş içeren Weber'in toplumsal yaşamın artan ussallaşması anlayışına verilen önemin türünde olmak üzere, bu alanda da süreklilik öğeleri söz konusudur.” (s. 91)
SONUÇ: ELEŞTİRİNİN ELEŞTİREL BİR DEĞERLENDİRMESİ
Son ve Frankfurt Okulu ile ilgili eleştirisini dile getirdiği bölümde Tom Bottomore, okulun iki özelliğine dikkat çekiyor. Bunlar okulun tarih ve iktisadi araştırmaları ihmal ettiği yönündeki eleştirileridir.
“Frankfurt Enstitüsü'nün çalışmasının yeterince dikkat çekilmeyen çarpıcı bir özelliği, özgün disiplinlerarası araştırmayı teşvik etmeyi amaçlamasına rağmen ilgilerinin çeşitliliğinin aslında aşırı sınırlı kalmasıdır. Öncelikle Cari Grünberg'in, müdürü olduğu Enstitü'nün varoluşunun ilk yıllarından sonra tarih araştırmasının çalışmalarında yer almadığını ve hiçbir tarihçinin etkinlikleriyle yakından ilişkilenmediğini belirtmek gerekmektedir. Tarihin önemsenmemesi, Frankfurt Okulu'nun, Adorno'nun ve Horkheimer'ın etkisi altında yalnızca ya da esasen şimdiki zamanın bir eleştirisi olarak biçimlenen bir toplum bilim anlayışına sahip olmasıyla yakından bağlantılıydı.” (s. 93)
“Frankfurt Okulu düşünürleri tarihi ihmal edip dışladıkları gibi, iktisadi çözümlemeyi de büyük ölçüde göz ardı ettiler. Özellikle kapitalist birikim ve çökme üzerine çalışması Enstitü'nün bir yayın dizisinin ilk kitabı olarak basılan Henryk Grossman olmak üzere, iktisat kuramcıları (tarihçiler gibi), Enstitü'nün ilk yıllarında daha ön plandaydılar. Ama Grossman, Jay'in işaret ettiği gibi, çalışmasına hâkim olan diyalektik, Yeni-Hegelci yaklaşıma büyük ölçüde olumsuz baktığı için "[Okul'un] düşünsel gelişiminde pek büyük bir güç olarak betimlenemez". Bir sonraki evrede Enstitü'yle bağlantılı büyük iktisat kuramcısı Franz Neumann'dıysa da, onun bağlantısı da kısa sürdü ve Grosmann gibi o da eleştirel kurama mesafeliydi. Frankfurt Okulu'nda merkezi bir yer işgal tek iktisatçı -Sovyet planlaması ve daha sonra otomasyon üzerine- çalışması iktisat siyasetinin sorunlarını ele alan, Horkheimer'ın yakın arkadaşı Friedrich Pollock'tı. Okul kapitalist ekonominin gelişiminin kuramsal ya da tarihsel çözümlemesine çok az ilgi gösterdiğinden Hilferding'in "finans kapital" ve "örgütlü kapitalizm" üzerine yazılarıyla ya da Neumann'ın "tekelci kapitalizm" ile Nasyonal Sosyalist rejim arasındaki ilişkiyi çözümlemesiyle karşılaştırılabilir hiçbir çalışma üretmedi.” (s. 96-97)
“Ama Habermas'ın eleştirel kuramında, Frankfurt Okulu'nun ayırt edici düşüncelerinden bazıları korunup geliştirilirken aynı zamanda hem Marksçılık hem de toplumbilimle işaret ettiğim gibi, kesin bir uzlaşma söz konusudur. Bu düşüncelerden en öne çıkanı ve aslında genelde Habermas'ın düşüncesinin temel eğilimini oluşturduğu kabul edileni, "eleştirel kuram" düşüncesi ve onun "felsefe ile bilim" arasındaki konumudur. Habermas ilk yazılarında Frankfurt Okulu'nun pozitivizm eleştirisine katkıda bulunduysa da, bilim ve teknolojiye daha az tümüyle düşman olduğu ve okul üyelerinin felsefe ya da sanat, bilime üstün bir bilgi biçimidir, iddiasına aldırmadığı (ya da örtülü bir biçimde reddettiği) için o zamanda kavramlaştırmaları Adorno'nun, Horkheimer'ın ve Marcuse'unkilerden önemli ölçüde ayrılmaktaydı. Habermas sonradan bilime açıkça daha büyük bir önem atfetti ve felsefenin rolünü sürekli azalttı. En yeni çalışmasında "bütünleştirici bir bilgi olarak felsefe, bir bütün olarak dünyayla -doğayla, tarihle, toplumla- ilişkili olamaz; felsefenin temel teması -us- artık "ussallık" olarak kuramsal toplumbilim çerçevesinde araştırılmalıdır görüşünü savundu.” (s. 102-103)
“Nitekim Habermas'm felsefeyi toplum kuramının tamamlayıcı bir bileşeni olarak muhafaza etme arzusuna rağmen, aslında felsefenin rolü giderek azalır ve ampirik bir bilimin inşası üzerinde giderek artan bir vurgu söz konusudur. Ama bu bilim yine de toplumbilimden ve özellikle de Marksçı toplumbilimden, daha önce üzerinde durduğum iki ana nedenden ötürü çok farklıdır. Birincisi, Habermas'ın büyük ölçüde tarihsel olmayan toplum kuramı her şeyden önce modem toplumların çözümlenmesi ve eleştirisiyle ilgilenir ve Marksçılıktan farklı olarak bu çözümlemeyi insan toplumunun bütün biçimlerini ve onların dönüşümünü açıklamayı üstlenen bir tarih kuramı içerisine yerleştirmez. İkincisi, iktisadi çözümlemeyi göz ardı eder ve aslında, işaret ettiğim gibi, emek kavramım iletişimsel eylem kavramı altında sınıflandırmayı ister. Aksine toplumsal etkileşimle genel olarak ilgilenmeyip insanın doğayla ilişkisini ve insanların üretim sürecindeki etkileşimini diğer etkileşim biçimlerinin -onlara şuurlar koyma ve onlarda baskın eğilimlere neden olma anlamında- belirleyicisi olarak ele alması, Marx'ın kuramının en ayırt edici özelliği ve gerçekçi bir toplum bilimine en önemli katkısıdır.” (s. 109-110)
Tom Bottomore, “Frankfurt Okulu ve Eleştirisi” başlıklı kitabını bu eleştirilerle bitiriyor ancak daha fazlasıyla ilgilenenler için bir okuma listesi ve önerisi sunuyor. Bu öneriler arasında Frankfurt Okulu çalışmalarına olumlu yaklaşan ve eleştirel yaklaşan kişilerin çalışmaları da var. Ancak Tabii bu konuda başvurulacak en birincil kaynaklar Adorno, Horkheimer, Marcuse ve Habermas’ın kendi kitap ve makaleleridir.
Tom Bottomore
Frankfurt Okulu ve Eleştirisi
Özgün adı: The Frankfurt School and lts Critics
Çev: Ümit Hüsrev Yolsal
Say Yayınları
İstanbul
2013
126 sayfa.
Tanıtım için kalemine saglik.
Bizde bunun 10 birini yapsalar eleştirseler yazarın başına gelmedik kalmaz
Teşekkürler, iyi okumalar.
Merhaba Blog yazarı, Bu harika paylaşımınız için teşekkür ederiz. Yazarlar arasında düzenlenen Mim etkinliğinde sizinde Blogunuzu Mimlendi yazıyı okumak isterseniz buradan buyurun efem - Mim Yazımız
Teşekkürler, mim yazınıza baktım ve yorum yaptım.