Voltaire - Candide ya da İyimserlik

Fransız yazar ve filozof Voltaire’in “Candide ya da İyimserlik” isimli eseri iyilik ve kötülük üzerinde yoğunlaşarak, dünyaya bunların hangisinin egemen olduğunu mizahi bir üslupla ele alıyor. Bunun için de Candide isimli bir genci dünyanın çok farklı bir bölgelerinde dolaştıran Voltaire, yanına da biri “iyimser” Pangloss, diğer ise “kötümser” Martin isimli iki filozof veriyor.

Türkçeye Server Tanilli tarafından çevrilen, Adam Yayınları tarafından basılan bu kitapta ayrıca Turhan Selçuk’un resimleri yer alıyor. Önsözde, Voltaire deyince akla en başta Candide'in geldiğini belirten Tanilli, “XVII. yüzyılda yaşamış Alman filozofu Leibniz'in, insanı gerçekten güldüren bir düşüncesi vardır: "Olabilecek dünyaların en yetkininde yaşıyoruz; dünyamızda her şey en iyidir" der bu filozof. Voltaire Candide'de, işte Leibniz'in bu iyimserliğiyle alay eder.” (s. 9) bilgisini veriyor.

Kitabın girişinde Candide üzerine yazılan kapsamı bir yazıda hem yazar, hem de Candide’in yazılma koşulları ile ilgili bilgi veriliyor. Kitapta her ne kadar sürekli iyimser olan bir filozof yerilse de, Voltaire’in kendisinin de ilk başlarda iyimser olduğunu ve karşılaştığı olaylar ve dünyada gördüğü durumlar karşısında bu iyimserliğini zamanla yitirdiğini öğreniyoruz.

Romanın konusu kısaca şöyle: Almanya’da bir şatoda büyüyen ve öğretmeni tarafından sürekli iyimser bir bakış açısıyla büyütülen bir genç olan Candide, bir gün yaşadığı şatonun baronunun kızına aşık olur. Bunu öğrenen baron ise onu şatodan atar ve bundan sonra başına çeşitli olaylar gelir genç Candide’in. Tabii sevdiği kızın da. Onu bulmak için dünyanın neredeyse yarısını dolaşır. Ancak bir yandan da dünya gerçekten de öğretmeni filozof Pangloss’un dediği gibi hep en iyisi midir, yoksa bu kadar kötülük nasıl var olabiliyor düşüncesi arasından gidip geliyor.

Eserde olaylar anlatılırken mizahi bir dille ele alınıyor. Çoğu zaman en acı olayları anlatırken bile Voltaire okuru güldürüyor. Örneğin Candide şatodan atıldıktan sonra bir orduda askere alınıyor. Burada dövüle dövüle eğitim alıyor ve ona “kahraman” olduğu söylenir ve buna inanır. Sonra bu “kahramanların” köyleri yaktığını, kadınları, çocukları öldürdüklerini, sevdiği kız olan Cunegonde’e tecavüz ettiklerini öğrenir. Ancak hep iyimser olduğu için pek üzülmez. Çünkü karşı tarafın “kahramanları” da onların bir köyüne baskın yaparak aynı “kahramanlıkları” gösterdiklerini öğrenir.

Voltaire eserde savaşlar üzerinde çok duruyor. İnsan öldürmenin bir vahşet oluşunu anlatmaya çalışır. Sebep ne olursa olsun. Ancak dünyadaki düzen öyle ki, insan öldüren, can alanlar sonunda “kahraman” ilan ediliyor. Bir yandan asker kelimesi yerine hep “kahraman” kelimesini kullanırken, bir yandan da savaştan, ölümden, acıdan bir “kahramanlık” doğamayacağını anlatmaya çalışıyor.

SAVAŞLAR

Candide dünyayı dolaşırken çok fazla savaş görür ya da savaşla ilgili hikâyeleri duyar. En başta kendisinin katıldığı ve sonra da kaçtığı savaşlar. Avrupa’daki savaşlar. Diğer yandan Cunegonde’un yanındaki bir Papa kızı olan yaşlı kadın da ona Fas’ta gördüğü savaşları anlatır. Burada ise Müslümanlar para, altın, köleler ve ganimet için bir birini öldürüyor. Başka bir savaşı, kıyımı ise Voltaire bize güney Amerika’da gösteriyor.

Voltaire’nin felsefi metinleri belki günümüzde güncelliğini ve ilgi çekiciliğini yitirmiş olabilir, ancak Candide gibi eserlerinde verdiği mesajlar ve anlatmaya çalıştığı evrenselliğini koruyor. İşte az önce anlattığım örnek ve savaşlar. Günümüzde de dünyanın bir gerçeğidir. Savaşlar hâlâ acı, gözyaşı ve ölüm getiriyor insanlara, toplumlara.

RAHİPLER VE ENGİZİSYON

Voltaire, Candide’de bana göre ilk yergiyi savaşlara getiriyorsa, ikincisini de din adı altında her türlü kötülüğü yapan özellikle döneminin kilisesi ve engizisyona yapıyor. Çünkü kilise dogmalarını koruma adına çok fazla acı yaşanmıştı o dönemde. Neredeyse dünyanın her yerinde yaşanan acıların içinde kilise ve din adamlarının olduğunu anlatıyor.

Örnek olarak eserde Los Padres ismiyle anılan Cizvit papazlarını görüyoruz. Candide de iyimser bir tavırla (Voltaire’in alaycı bir tarzıyla) onlardan hayranlıkla bahseder: “Kendi hesabıma, Los Padres'ten daha tanrısal başka bir şey görmüyorum: Burada İspanya ve Portekiz krallarına karşı savaşır, ama tutar Avrupa'da aynı kralların günahlarını çıkartır; burada İspanyolları öldürürler, ama Madrid'de onları cennete gönderirler. Bu beni hayran bırakıyor işte!” (s. 110)

Tabii bir de engizisyon var. Yakılmalar, asılmalar (Pangloss asılıyor), kırbaçlanmalar (Candide kırbaçlanıyor). Engizisyonu burada çok uzun anlatmaya gerek yok ancak Voltaire, kilisenin bir yandan dogmalarını korumak için bu kadar işkence ve ölüm yaparken, diğer yandan da nasıl yozlaştığını gösteriyor. Pangloss ve Candide’i tutuklatan engizisyon rahibi Yahudi bir tüccar ile bir metresi paylaşıyor (Cunegonde). Başka bir rahip Cunegonde’un mücevher ve paralarını çalıyor. Yaşlı kadın olarak adlandırılan karakter, bir prenses ile bir Papa’nın kızı, yani piçi. Voltaire’in kilise ve rahiplere karşı dile getirdiği eleştiriler o kadar fazla ki, hepsini saymakla bitmez. Ancak eserden Voltaire’nin rahip zümresi ve yaptıklarına karşı duyduğu öfkenin ne kadar büyük olduğunu kesin olarak anlıyoruz.

Bunu da kısa bir soru cümlesiyle özetliyor Candide’in karakterlerinden biri: “Sizde ders veren, kavga gürültü çıkaran, yöneten, hile yapan, dolap çeviren ve kendi düşüncesinde olmayan insanları yaktıran rahipler yok öyle mi?” (s. 141)

DÜNYANIN EN İYİ ADAMI ÜÇ KİŞİYİ ÖLDÜRÜYOR

Her şeye iyimser yaklaşan Candide ise bütün yaşananları, başına gelenleri olabileceğin en iyisi olarak kabul ediyor ve kendisini de “dünyanın en iyi adamı” olarak görüyor. Ancak bu dünyanın en iyi adamı bile şimdiden üç insanı öldürmüştür ve tesadüf değil ki, bunlardan ikisi papazdır.

“Candide, hemen kılıcını çekti, sapına kadar Cizvit Baronunun karnına sapladı; ancak, kılıcını dumanı üstünde çeker çekmez ağlamaya koyuldu: "Ne yazık, Tanrım! dedi; eski efendimi, dostumu, kayınbiraderimi öldürdüm; dünyanın en iyi adamı benim, ama işte daha şimdiden üç insanın kanına girmiş durumdayım ve öldürdüğüm üç kişinin içinde iki tane de papaz var." (s. 118)

ÜTOPİK BİR ÜLKE: ELDORADO

Bu arada Candide, Güney Amerika’da bulunduğunda Eldorado isimli bir ülkeye denk gelir. Burada altına önem verilmiyor, değerli taşlarla ise çocuklar ancak sokaklarda çakıl taşı gibi oyun oynuyor. Burası her şeyin Voltaire’in arzuladığı gibi olduğu ütopik bir ülkedir. Birçok bakımdan Thomas More’un Utopia’sına benziyor. En çok da ilime değer veriliyor ve ilim merkezi de buna göre ülkenin en muhteşem yapılmış yeridir.

Savaşlar ve kiliseden sonra Voltaire, en büyük eleştiriyi ise köleliğe getiriyor. Bunu özellikle Candide’in Güney Amerika ziyareti sırasındaki bölümlerde görüyoruz.

İYİMSERLİKTEN KÖTÜMSERLİĞE DOĞRU

Bütün yaşadıkları, gördüklerinden sonra eserin ana karakteri Candide, abartılı iyimserliğinden sonunda vazgeçiyor ve bunu akıl hocası Pangloss’a da söylüyor.

“Sonunda iyimserlikten vazgeçiyor: Candide:
- Ah Pangloss! Sen bu iğrenç davranışı kestirememiştin; artık bitti, senin iyimserliğinden vazgeçmem gerekiyor,” (s. 148)

VOLTAİRE’İN İYİMSER VE KÖTÜMSER HALİ: PANGLOSS VE MARTİN

Güney Amerika’dan dönerken Candide kendine yeni bir yol arkadaşı bulur. Adı Martin ve o da bir filozoftur. Onun da başından çok şey geçmiştir ve Pangloss’un aksine o da her şeye kötümser bir gözle bakıyor. Candide’in yolculuğunun belirli bir kısmından sonra her ikisi de ona eşlik eder; hem Pangloss, hem de Martin. Ancak her ikisi de aynı olaya farklı şekilde yaklaşarak, farklı görüşler dile getirirler.

Filozoflar Pangloss ve Martin’in her ikisini de Voltaire’in kendisi olarak görüyorum ben bu eserde. Biri Voltaire’in gençlikteki gibi iyimser hali, diğer ise zaman geçtikçe iyimserliği kaybeden kötümser hali. Pangloss her ne kadar belli bir süreden sonra iyimserliği kaybetse de bunu kabul etmeye yanaşmaz.

Bu arada Martin’in ağzından Voltaire kendi memleketi Fransa ile ilgili de eleştirilerini dile getiriyor. Martin’in Fransa hakkındaki düşünceleri ve sözleri: “Evet, birçok bölgesini dolaştım. Ahalisinin yarısı deli olan bölgeleri var; kimisinde insanlar çok kurnaz, kimisinde pek yumuşak ve avanak; kimisinde de, aklı başında kişiler. Ve hepsinde başta gelen uğraş, aşktır; ikincisi başkalarını çekiştirmek, üçüncüsü de aptal aptal konuşmaktır, dedi.” (s. 161)

Candide de artık iyimserliğini yitirmiş ve çevresini sorgulamaya başlamıştır. Çünkü başından çok olay geçmiştir. Dövülmüş, kırbaçlanmış, hapse atılmış, kaçmış, aldatılmış, soyulmuş ve sevdiği kızın da başına çok kötülükler gelmiştir ve onu bulma çabaları da çok uzun sürmüştür. Bütün yaşadıklarını ise Candide bu sefer uzun bir soru cümlesi ile hem soruyor, hem de sorguluyor:

“Candide:
- İnsanların, bugün yaptıkları gibi, ezelden beri birbirlerini öldürdüklerine inanıyor musunuz? İnsanların hep böyle yalancı, hileci, vefasız, nankör, haydut, zayıf, sebatsız, alçak, kıskanç, obur, sarhoş, pinti, tutkulu, kan dökücü, dedikoducu, serseri, bağnaz, iki yüzlü ve budala olduklarını mı sanıyorsunuz? dedi.” (s. 162)

Sonunda ise Voltaire, “Olabilecek dünyaların en yetkininde yaşıyoruz; dünyamızda her şey en iyidir" diyen Alman filozofun tezine karşılık ise “…bu dünyada her şey hayal, her şey felaketten ibaretmiş!” (s. 187) şeklinde kendisini ifade ediyor.

Voltaire’in bahsettiği felaketler sadece sıradan insanların başına gelmiyor. Candide Venedik’te bulunduğu sırada tahttan indirilmiş, sürülmüş yani kısacası felaketlerle karşılaşan altı kral ile tanışıyor ve onlarla sohbet ediyor. Bunlardan biri de Patrona Halil İsyanı sırasından tahtından olan III. Ahmed’dir. Hepsi hikâyelerini kısa olarak Cadide’e anlatıyorlar.

HOMEROS ÜZERİNE…

Son dönemlerde okuduğum kitaplarda Homeros’a çok sık atıf yapılıyor. Örneğin Johann Wolfgang von Goethe’in Genç Werther'i Homeros’tan övgüyle bahseder. Jorge Luis Borges’in Alef isimli kitabında da Homeros’tan bahsediliyor. Eserde bir karakter, belki de savaşlar, katliamlar ve sürekli tanrıların çekişmesinden bahsettiği için Homeros’tan hoşlanmadığını dile getiriyor: “Ama benim hoşuma gitmiyor. Eskiden, onu okurken hoşlandığıma beni inandırmışlardı. Ancak, o hep birbirine benzeyen savaşların sürekli tekrarı; o bir şey yapmadan durmaksızın hareket eden tanrılar; piyesin bir kadın sanatçısı olabilecekken, savaşın konusu olup çıkan Helena; o durmadan kuşatılan, ama bir türlü alınamayan Troya; bütün bunlar, bana anlatılmaz bir sıkıntı veriyor. Bu kitabı okuduklarında benim kadar sıkılıp sıkılmadıklarını sorduğum olmuştur bilginlere: Kitabı okurken ellerinden düştüğünü, ancak İlkçağ'ın bir anıtı olarak ve kullanımdan kalkmış paslı paralar gibi kitaplıkta bulundurulması gerektiğini, bütün açık yürekli olanlar itiraf etmişlerdir.” (s. 197)

YOLCULUĞUN SONU: İSTANBUL

Candide’in yolculuğu İstanbul’da sona erer. Burada Cunegonde’u bulur ve yerleşirler. Aynı zamanda karşılaştıkları bir Türk de onlara hayatlarının dersini verecek bir öğüt verir. Huzuru da ancak bundan son bulurlar.

“Türk:
- Yalnız yirmi dönümlük! Bu toprağı, çocuklarımla birlikte eker biçerim; çalışma, bizden üç büyük kusuru, can sıkıntısını, kötü alışkanlıkları ve yoksulluğu uzaklaştırır, dedi. (s. 234)

Ancak kimi zaman eski alışkanlıklarından vazgeçmeyen ya da vazgeçemeyen Pangloss yine Candide’e benzer açıklamalarda bulunmaya çalışır. Ancak Candide artık dersini almıştır ve en vurucu son cümlesini söyler.

“Pangloss, kimi zaman Candide'e:
- Olabilecek dünyaların en iyisinde, birbirine bağlanmıştır bütün olaylar; çünkü, Matmazel Cunegonde'un aşkı için güzel bir şatodan kıçınıza tekme yiyip kovulmamış olsaydınız, Engizisyon zulmüne uğramamış olsaydınız, yaya olarak Amerika'yı dolaşmamış olsaydınız, Baron Hazretlerine bir kılıç darbesi indirmemiş olsaydınız, güzel Eldorado ülkesinden aldığınız bütün koyunları yitirmemiş olsaydınız, burada turunç reçeliyle fıstık yiyemezdiniz, diyordu.
Candide de, şöyle yanıtlıyordu onu:
- Bunlar güzel sözler, ama bahçemize bakmamız gerek! (s. 239)

VİCTOR HUGO’DAN VOLTAİRE’İN 100. ÖLÜM YILDÖNÜMÜNDEKİ KONUŞMASI

Kitabın sonuna Victor Hugo’nun Voltaire’in ölümünün 100. yıl dönümünde yaptığı konuşası konulmuş. Aslında bu konuşma Voltaire’in neden kilise ve rahiplerden hoşlanmadığını özetliyor ve hatta çok iyi anlamamıza yardımcı oluyor.

 “Güzel uçurumlar vardır; içine kötülüğün yuvarlandığı uçurumlardır bunlar” (s. 243) diye Fransız devriminden bahseden Hugo, dönemin dogmalardan beslenen düzeni sonucu iki kişinin işkence görerek rahip ve hakimlerin gözü ödünde öldürüldüğü iki olayı anlatıyor ve Voltaire’in de bunlarla sadece kalemi ile savaştığını belirtiyor ve bu adaletsizliğe ve işkencelere şöyle seslenir: “Ama, yargıçların adı işkenceci, kilisenin adı da engizisyon olursa, o zaman insanlık onun karşısına çıkar ve yargıca şunu der: Kanununu istemiyorum! Ve rahibe de şunu söyler: Dogmanı istemiyorum!” (s. 249)

Hugo’nun uzun konuşmasındaki bu cümle ise hem konuşmasını özetliyor, hem de günümüze kadar geçerli bir mesaj içeriyor.

“Bugün, kim ki "güç, hukuktan önce gelir" der, Ortaçağlı olduğunu göstermiş, giderek üç yüzyıl geriden seslenmiş olur insanlara” (s. 251)

Voltaire
Candide ya da İyimserlik
Çeviren: Server Tanilli
Resimler: Turhan Selçuk
Adam Yayınları
İstanbul
2000
255 sayfa.

Next Post Previous Post
No Comment
Add Comment
comment url

Benzer yayınlar