Kitap yorumu: Jorge Luis Borges - Alef
Jorge Luis Borges hikâyeler
İlk öykü “Ölümsüz”. Ölümsüzlük nehrini arayıp bulan ve ölümsüzler kabilesi ile karşılayan bir kişinin hikâyesini anlatıyor. Ölümsüzlük nehrini bulmuştur ve artık kendisi de ölümsüzdür, ancak belli bir süre sonra “eğer insanı ölümsüz yapan nehir varsa, demek ki tam tersi insanı yeniden ölümlü yapan nehir de vardır” düşüncesi ile ölümsüz hayatını bu nehri aramak için harcar. Aslında buna ölümsüzlük nehri kıyısında yaşayan ve ilkel görünümlü bir kabile sebep olur.
“Ölümsüzlerin tümü katışıksız bir huzura ulaşmayı beceriyorlardı; hele içlerinde biri vardı ki ayağa kalktığını hiç görmedim; göğsünde bir kuş yuva yapmıştı.” (Ölümsüz, s. 21)
Ya da ölümsüzlüğü bulan adamın artık ölümsüzlüğün anlamsız olduğuna inanması sebep olmuştur ve bu kanıya şu paragraftan varabiliriz: “Ölümsüzlük anlamsızdır; insan dışında bütün yaratıklar ölümsüzdürler, çünkü ölümden habersizdirler; tanrısal, korkunç, anlaşılmaz olansa, kendi ölümsüzlüğünü bilmektir. Onca dine karşın bu inancın pek yandaş bulamadığım gözlemlemişimdir. İsrailliler, Hristiyanlar ve Müslümanlar gerçi ölümsüzlüğe bel bağlarlar ama bu dünyaya besledikleri saygı, yalnızca ona inandıklarını kanıtlar, öbür dünyaların tümüne, sonsuz sayıda dünyaya, bu dünyanın bir ödülü ya da cezası olma yazgısını yüklediklerine göre.” (Ölümsüz, s. 20)
İkinci öykü “Ölü” birincisinin tam tersi bir konuyu işliyor. Birincisinde ölümsüz insanlar, ikincisinde “ölü” olduğunun farkında olmayan bir kişi. Her istediğini yapıyor, patronluk taslıyor, durumunun keyfini sürüyor. Ancak çoktan herkesin gözünde ölü olduğunu çok geç anlıyor.
“Ölümsüzlerin tümü katışıksız bir huzura ulaşmayı beceriyorlardı; hele içlerinde biri vardı ki ayağa kalktığını hiç görmedim; göğsünde bir kuş yuva yapmıştı.” (Ölümsüz, s. 21)
Ya da ölümsüzlüğü bulan adamın artık ölümsüzlüğün anlamsız olduğuna inanması sebep olmuştur ve bu kanıya şu paragraftan varabiliriz: “Ölümsüzlük anlamsızdır; insan dışında bütün yaratıklar ölümsüzdürler, çünkü ölümden habersizdirler; tanrısal, korkunç, anlaşılmaz olansa, kendi ölümsüzlüğünü bilmektir. Onca dine karşın bu inancın pek yandaş bulamadığım gözlemlemişimdir. İsrailliler, Hristiyanlar ve Müslümanlar gerçi ölümsüzlüğe bel bağlarlar ama bu dünyaya besledikleri saygı, yalnızca ona inandıklarını kanıtlar, öbür dünyaların tümüne, sonsuz sayıda dünyaya, bu dünyanın bir ödülü ya da cezası olma yazgısını yüklediklerine göre.” (Ölümsüz, s. 20)
İkinci öykü “Ölü” birincisinin tam tersi bir konuyu işliyor. Birincisinde ölümsüz insanlar, ikincisinde “ölü” olduğunun farkında olmayan bir kişi. Her istediğini yapıyor, patronluk taslıyor, durumunun keyfini sürüyor. Ancak çoktan herkesin gözünde ölü olduğunu çok geç anlıyor.
Jorge Luis Borges'in en iyi hikâyelerinin yer aldığı kitap: Kum Kitabı
Borges'in Alef hikâyesi
Hikâyelerin bazılarında, ilk “Ölümsüz” hikâyesinde olduğu gibi, sonsuzluk, ölümsüzlük konuları dikkat çekiyor. Son hikâye Alef’de (Alef, İbrani alfabesinin ilk harfidir) de küçük bir noktaya sığan sonsuz bir dünya anlatılıyor. Diğer hikâyelerde de bazen dönüp dolaşıp aynı yere gelen, eskiye dönen, kendi içinde belki sonsuz defa döngüden geçen insan hikâyeleri var.Bu durum bazı hikâyelerde yapılan anlatım ve tartışmalara da yansımış. Her ne kadar kısa hikâyeler de olsalar okurdan, dikkat etmesini istiyor, ayrıntılara özen göstermesini. Bazen de anlatılanlar, yapılan tartışmalar o kadar karmaşıklaşıyordu ki fantastik bir hikâyeden çok felsefi bir metin olduğu hissine kapılabilirsiniz.
Bu hikâyelerden birine Tanrıbilimciler’i örnek verebiliriz ve Borges de kitabın sonunda bu öyküyü “düş olduğunu söylemem yeterli” diye açıklıyor. Bu da bu hikâyeden kısa bir alıntı: “Zaman kaybettiklerimizi geri vermez; sonsuzluk onları cennet ya da cehennem için saklar.” (Tanrıbilimciler, 36)
Daha önce hikâyelerin çok ayrıntı içerdiğini söylemiştik. Bu aynı zamanda hikâyeye gerçeklik hissi veriyor. Hikâyede geçen insanlar, yazdıkları ya da okudukları kitaplar, yer isimleri, anne ya da babalarının isimler. Bütün bu ayrıntılar hikâyeye gerçek bir hikâye olduğu hissini katıyor.
“Hepimiz bir düşün gölgeleriyiz” (Öteki Ölüm, s. 71) diyen Borges, bazı hikâyelerine tek bir sonuç eklemiyor. Alternatif sonuçlar ve çıkarımlarla bitiriyor. Bir anlatıcı olayları anlatıyor ve sonunda bunların nasıl yorumlanması gerektiği üzerinde fikir teatisinde bulunuyor. Örneğin “Öteki Ölüm”de Damian’ın öyküsü ya da “Labirentte Ölen Kral İbni Hakan El-Buhari” gibi. Bu hikâyeler okura alternatif son sunuyor. Hangisini kabul edeceği ona bırakılmış.
Borges’in daha önce okuduğum “Kum Kitabı” kitabında en çok dikkatimi çeken, bütün öykülerin birinci tekil şahıstan anlatılmasıdır. Burada da birkaç öykü hariç bunu görmek mümkün. Bu birinci tekil şahıs bazen Borges kendisi, bazen anlatıcı ya da bazen Borges değil, Borges isimli anlatıcıdır.
Anlatıcının Berges’in kendisi olduğu hikâyeye örnek: “İki gerçek olayı aktarmayı amaçlayan Savaşçı ve Tutsağın Öyküsü” dediği hikâyede anlatıcı “1872'de, dedem Borges, Buenos Aires'in...” diye bir ifade kullanıyor.
Ancak bazen de hikâyeyi anlatan Borges’in farklı bir Borges olduğunu da söylüyor: “Ben artık bu anlatıdaki 'ben' değilim; ama olanları hatırlamam, hatta belki anlatmam bile hala mümkün. Ne kadar bölük pörçük de olsa, hala Borges'im.” (Zahir, s. 91)
Yine kendi adının geçtiği bir hikâyede “Beatriz, Beatriz Elena, Beatriz
Elena Viterb o, sevgili Beatriz, artık hiç dönmeyecek olan Beatriz, benim, ben, Borges," dedim.” (Alef, s.144) cümlelerini kitaba ismini veren Alef hikâyesinde okuyoruz.
Yazar ve anlatıcı ilişkisine Borges, hikâyelerinin birinde değiniyor. Bu sefer hikâyedeki anlatıcı, kendi yazdığı bir hikâyedeki anlatıcıdan bahsediyor. Öykü içinde öykü, anlatıcı içinde anlatıcı. Borges’in yazının başında da bahsettiğim hikâyelerde ölümsüzlük, sonsuzluk kavramlarına yer veriyor dediğim olay, bu iç içe geçmiş ve sonsuzluk hissi veren kurgusundan kaynaklanıyor.
Zâhir isimli hikâyedeki kısım ise şöyle: “Haziran sonuna kadar hayal ürünü bir hikaye yazmakla uğraştım. Hikayede bir iki tane gizemli dolaylı benzetme (ya da 'kenning') vardı; örneğin , kan yerine kılıç-suyu deniyor, altın'ın yerini yılan-yatağı alıyordu; hikaye birinci tekil kişi ağzından anlatılıyordu. Anlatıcı, insan toplumundan kaçıp vahşi doğanın ortasında yaşamaya çekilen bir derviştir.” (Zâhir, s. 96)
Son olarak her bir hikâye okuru farklı alem götürüyor, biri antik dünyada Roma’da diğer günümüzde olabilir. Biri Arjantin’de, diğeri Endülüs’te, diğeri Mısır çöllerinde ya da Çin civarındadır.
Jorge Luis Borges
Alef
Çevirenler: Tomris Uyar - Fatih Özgüven
Fatma Akerson - Peral Bayaz
3. Baskı
İletişim Yayınları
İstanbul
2001
152 sayfa.
Alef
Çevirenler: Tomris Uyar - Fatih Özgüven
Fatma Akerson - Peral Bayaz
3. Baskı
İletişim Yayınları
İstanbul
2001
152 sayfa.