Alexandre Dumas - Binbir Hayalet
Fransız yazar Alexandre Dumas’nın “Binbir Hayalet” başlıklı romanı, fantastik öykülerin anlatıldığı ancak bunların altında da gerçek olaylar ve kişilerin olduğu bir eserdir. Dumas, özellikle Fransa tarihinde bulunan gerçek kişilerin isimlerine ve olaylara bu eserinde yer verirken, başlığa da çektiği “binbir hayalet” tarih sayfalarında bulunan gerçek kişilerin hayaletleridir. Dumas, bir yandan onları anıyor, diğer yandan da özellikle Fransız Devrimi’nde yaşananları okura hatırlatıyor.
Romanın çevirmeni Alev Özgüner, kitapta adı geçen gerçek kişileri bir bir sıralıyor. Örnek olarak Özgüner’in kitapta adı geçen gerçek ve tarihi kişilerle ilgili anlattıklarında bir alıntı şöyle: “Binbir Hayalet'in bir başka kahramanı ise 1794'te, mezarlara saygı ihlali sırasında tabutlar parçalanıp kemikler ortak bir mezara atılırken heykelleri kurtaran Şövalye Lenoir'dır. 1761-1839 yılları arasında yaşayan Şövalye Alexandre Lenoir devrimci vandallığa karşı mücadele edip, ulusal mülkiyete ait sanat eserlerini aynı yerde toplamayı başarmıştır.”
Eserde ayrıca gerçek kişilerden Fransa’nın devrimden önceki son kraliçesi Marie-Antoinette ve Fransız devriminin önemli figürlerinden olan Charlotte de Corday gibi kişilerin de adları sık sık geçiyor.
Dumas neden Fransa tarihinin “hayaletlerinden” bahsetmek gereği duymuştur? Bir anlamda geçmişe bir özlem duyuyor. Devrim ile bazı şeylerin yıkıldığını ve toplumun eskisi gibi olmadığını söylüyor. Romanın başında yer alan girişte Dumas bir mektup şeklinde bu düşüncelerini dile getiriyor.
Romanda anlatıcı ünlü Fransız yazarın kendisidir. Bunu, anlatıcı karşılaştığı kişilere kendisini tanıtırken şöyle öğreniyoruz:
Dumas’nın romanda anlattığı olay 1831 yılında geçiyor. Dumas’yı her ne kadar Monte Cristo Kontu ve Üç Silahşörler gibi romanlarıyla tanısak da, yazar gençliğinde daha çok tiyatro yazarı olarak biliniyor ve yazmaya dram eserleri ile başlamıştı. İşte bundan dolayı da kendisini tiyatro yazarı olarak tanıtıyor. Ayrıca ilerleyen sayfalarda Dumas yazdığı üç tiyatro eserinin adını da karşılaştığı romanın bir karakterine şöyle söylüyor:
“— Hanımefendi, diye tekrarladım, Mösyö Ledru, III. Henri'nin, Christine'in ve Antony'nin yazarı olduğumu söylersem, kendimi takdim etmeme izin vereceğinizi ve yemek salonuna kadar koluma girmeyi kabul edeceğinizi ileri sürdü.”
Romanın konusu kısaca şöyle: Dumas, bir davet üzerine bir köye ava gider. Av sırasında beklenmedik bir olayla karşılaşır. Bir adam belediye başkanının evine giderek karısını öldürdüğünü söyler. Tutuklanır ve jandarmalar olayı incelemek için eve yani cinayet mahalline gitmek isterler. Ancak adam buna direnir ve başına gelenleri anlatsa da inanmayacakları söyler. Adam, kendisini aldattığını düşündüğü için karısını öldürmüş. Ama kadını öldürdükten ve kafasını kestikten sonra cesedi gömerek cinayeti gizleme planı beklenmedik bir olay sonucu suya düşmüş. Karısının kesilen kafası gözlerini açmış ve adamla konuşmuş.
Anlatıcı yani Dumas, bu olaylara şahit olduktan sonra adamın teslim olmak için geldiği Fontenay-aux-Roses Belediye Başkanı Mösyö Ledru’nun evine davet edilir. Ledru’nun evinde yemeğe davetli birkaç kişi daha var. Mösyö Alliette, Rahip Moulle, Şövalye Lenoir, Doktor Robert ve gruptaki tek kadın olan Hedwige.
Belediye Başkanı Ledru’nun davetlileri yemekten sonra karısını öldüren adamın iddia ettiği gibi kesilen kafanın konuşmasına kimin inandığı konusuna gelirler. Doktor dışında herkes inandığını söyler. Doktor ise böyle bir şeyin imkânsız olduğunu ısrarla savunur. İşte bunun üzerine masada olan kişiler başlarından geçen fantastik öyküleri anlatmaya başladılar.
İlk anlatan Mösyö Ledru olur. Gençliğinde Fransız Devrimi sırasında başından geçen bir olayı anlatmaya başlar. Ledru’nun ağzından Dumas devrim sırasında yaşanan tutuklamalar, yargılamalar ve içinde birçok ölümün olduğu, her gün onlarca kişinin giyotinde idam edildiği günlere götürüyor okuru. Bir yandan da devrim sırasında yaşananların eleştirisi de yapılıyor. Şöyle diyor romanın ana karakterlerinde Ledru: “Kralları saraylarından kovduktan sonra, Tanrı'yı da kiliselerinden kovdular.”
Aynı gün tutuklanmış, aynı gün hüküm giymiş ve aynı gün cezası infaz edilmişti. İşte Mösyö Ledru’nun öyküsünü anlattığı günlerde bu tür infazlar çok sık yaşanıyor. En önemli infaz ise Kraliçe Marie-Antoinette’nin idamıydı ve Ledru buna da öyküsünde yer veriyor.
Ledru bu olayların yaşandığı günlerde aristokrat bir aileden ismini bile bilmediği bir kızla tanışır, sever ve onu devrimcilerden saklamaya çalışır. Ancak korkulan yaşanır ve bir bilim adamı olan Ledru’nun başından da kesilen kafanın konuşmasına benzer fantastik bir olay geçer.
Ledru’nun evinde bulunan diğer kişiler de benzer fantastik ve başlarından geçen olayları anlatırlar. Doktor Robert bir hayalet ve onu idam ettiren hâkimi ölümüne kadar izlemesi ile ilgili öykü anlatır. Şövalye Lenoir ise devrim sonrası Fransa’da Kralların mezarlarının açıldığı, hepsinin toplu mezara gömüldüğü gün yaşanan inanılmaz bir öykü ile devam eder.
Sıra Rahip Moulle’ye gelir. İnsanın iyilik ile kötülük arasında gidip geldiği ve idam edilen bir adamla ilgili korku dolu bir öykü anlatır. Alliette’nin öyküsünde ise bir adamın vasiyeti ve ölmesine rağmen kabirde diriymiş gibi durması ile ilgili bir öykü var.
En son öyküyü ise grubun tek kadın üyesi Hedwige anlatır. Polonyalı olan Hedwige, Rusların ülkesini istilası sırasında kaçtığını ve Karpat Dağları’nda başından geçen içinde vampirlerinde de olduğu fantastik bir öykü anlatır.
Fantastik öyküleri anlatıp bitiren Dumas ise neden bu öyküleri anlattığını ve öykülerin esin kaynağı ile ilgili şu bilgileri veriyor: “Fontenay-aux-Roses'a bir daha hiç dönmedim. Ama o günün anısı hayatımda öyle derin bir iz bıraktı, tek bir akşama sığdırılan tüm bu tuhaf hikâyeler hafızama öyle derin kazındı ki, ilgi duyduğum konuya başkalarının da ilgisini çekmek umuduyla, on sekiz yıldır gezdiğim farklı ülkelerden, yani İsviçre, Almanya, İtalya, İspanya, Sicilya, Yunanistan ve İngiltere'den, farklı halklara ait öykülerle bende tekrar canlanan aynı türden gelenekleri derledim ve bugün her zamanki okurlarıma sunduğum bu derlemeyi meydana getirdim: BİNBİR HAYALET adı altında.”
Alexandre Dumas
Binbir Hayalet
Özgün adı: Les mille et un fantômes
Çev: Alev Özgüner
Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları
İstanbul
2008
208 sayfa.
Romanın çevirmeni Alev Özgüner, kitapta adı geçen gerçek kişileri bir bir sıralıyor. Örnek olarak Özgüner’in kitapta adı geçen gerçek ve tarihi kişilerle ilgili anlattıklarında bir alıntı şöyle: “Binbir Hayalet'in bir başka kahramanı ise 1794'te, mezarlara saygı ihlali sırasında tabutlar parçalanıp kemikler ortak bir mezara atılırken heykelleri kurtaran Şövalye Lenoir'dır. 1761-1839 yılları arasında yaşayan Şövalye Alexandre Lenoir devrimci vandallığa karşı mücadele edip, ulusal mülkiyete ait sanat eserlerini aynı yerde toplamayı başarmıştır.”
Eserde ayrıca gerçek kişilerden Fransa’nın devrimden önceki son kraliçesi Marie-Antoinette ve Fransız devriminin önemli figürlerinden olan Charlotte de Corday gibi kişilerin de adları sık sık geçiyor.
Dumas neden Fransa tarihinin “hayaletlerinden” bahsetmek gereği duymuştur? Bir anlamda geçmişe bir özlem duyuyor. Devrim ile bazı şeylerin yıkıldığını ve toplumun eskisi gibi olmadığını söylüyor. Romanın başında yer alan girişte Dumas bir mektup şeklinde bu düşüncelerini dile getiriyor.
“Özellikle aradığım, her şeyden çok özlemini duyduğum, geriye dönük bakışımın geçmişte aradığı ise, hikâyesini size anlatacağım şu hayaletlerden biri gibi ortadan yok olan, buharlaşıp giden, kaybolan toplum.
Kibar yaşamı, zarif yaşamı doğuran bu toplum, yaşanmaya değer bu hayat, kısacası (kullanım hatamı bağışlayın; Akademi'den olmadığım için bu hatayı göze alabilirim) bu toplum öldü mü, yoksa biz mi onu öldürdük?”
Romanda anlatıcı ünlü Fransız yazarın kendisidir. Bunu, anlatıcı karşılaştığı kişilere kendisini tanıtırken şöyle öğreniyoruz:
“— Ya siz beyefendi, dedi komiser bana hitap ederek.
— Alexandre Dumas, tiyatro yazarı, yirmi yedi yaşındayım, Paris'te Université sokağı 21 numarada oturuyorum, diye cevap verdim.”
Dumas’nın romanda anlattığı olay 1831 yılında geçiyor. Dumas’yı her ne kadar Monte Cristo Kontu ve Üç Silahşörler gibi romanlarıyla tanısak da, yazar gençliğinde daha çok tiyatro yazarı olarak biliniyor ve yazmaya dram eserleri ile başlamıştı. İşte bundan dolayı da kendisini tiyatro yazarı olarak tanıtıyor. Ayrıca ilerleyen sayfalarda Dumas yazdığı üç tiyatro eserinin adını da karşılaştığı romanın bir karakterine şöyle söylüyor:
“— Hanımefendi, diye tekrarladım, Mösyö Ledru, III. Henri'nin, Christine'in ve Antony'nin yazarı olduğumu söylersem, kendimi takdim etmeme izin vereceğinizi ve yemek salonuna kadar koluma girmeyi kabul edeceğinizi ileri sürdü.”
Romanın konusu kısaca şöyle: Dumas, bir davet üzerine bir köye ava gider. Av sırasında beklenmedik bir olayla karşılaşır. Bir adam belediye başkanının evine giderek karısını öldürdüğünü söyler. Tutuklanır ve jandarmalar olayı incelemek için eve yani cinayet mahalline gitmek isterler. Ancak adam buna direnir ve başına gelenleri anlatsa da inanmayacakları söyler. Adam, kendisini aldattığını düşündüğü için karısını öldürmüş. Ama kadını öldürdükten ve kafasını kestikten sonra cesedi gömerek cinayeti gizleme planı beklenmedik bir olay sonucu suya düşmüş. Karısının kesilen kafası gözlerini açmış ve adamla konuşmuş.
Anlatıcı yani Dumas, bu olaylara şahit olduktan sonra adamın teslim olmak için geldiği Fontenay-aux-Roses Belediye Başkanı Mösyö Ledru’nun evine davet edilir. Ledru’nun evinde yemeğe davetli birkaç kişi daha var. Mösyö Alliette, Rahip Moulle, Şövalye Lenoir, Doktor Robert ve gruptaki tek kadın olan Hedwige.
Belediye Başkanı Ledru’nun davetlileri yemekten sonra karısını öldüren adamın iddia ettiği gibi kesilen kafanın konuşmasına kimin inandığı konusuna gelirler. Doktor dışında herkes inandığını söyler. Doktor ise böyle bir şeyin imkânsız olduğunu ısrarla savunur. İşte bunun üzerine masada olan kişiler başlarından geçen fantastik öyküleri anlatmaya başladılar.
İlk anlatan Mösyö Ledru olur. Gençliğinde Fransız Devrimi sırasında başından geçen bir olayı anlatmaya başlar. Ledru’nun ağzından Dumas devrim sırasında yaşanan tutuklamalar, yargılamalar ve içinde birçok ölümün olduğu, her gün onlarca kişinin giyotinde idam edildiği günlere götürüyor okuru. Bir yandan da devrim sırasında yaşananların eleştirisi de yapılıyor. Şöyle diyor romanın ana karakterlerinde Ledru: “Kralları saraylarından kovduktan sonra, Tanrı'yı da kiliselerinden kovdular.”
Aynı gün tutuklanmış, aynı gün hüküm giymiş ve aynı gün cezası infaz edilmişti. İşte Mösyö Ledru’nun öyküsünü anlattığı günlerde bu tür infazlar çok sık yaşanıyor. En önemli infaz ise Kraliçe Marie-Antoinette’nin idamıydı ve Ledru buna da öyküsünde yer veriyor.
“Yine de bu korkunç davaların arasında, diğerlerinden daha da korkunç bir dava ikimizi de derinden üzdü. Kraliçe Marie-Antoinette'in davasıydı bu. 4 Ekim'de başlayan bu dava tüm hızıyla devam etmekteydi: 14 Ekim'de kraliçe devrim mahkemesinin huzuruna çıkmış, 16 Ekim'de, sabaha karşı dörtte hüküm giymiş, aynı gün saat on birde idam sehpasına çıkmıştı.”
Ledru bu olayların yaşandığı günlerde aristokrat bir aileden ismini bile bilmediği bir kızla tanışır, sever ve onu devrimcilerden saklamaya çalışır. Ancak korkulan yaşanır ve bir bilim adamı olan Ledru’nun başından da kesilen kafanın konuşmasına benzer fantastik bir olay geçer.
Ledru’nun evinde bulunan diğer kişiler de benzer fantastik ve başlarından geçen olayları anlatırlar. Doktor Robert bir hayalet ve onu idam ettiren hâkimi ölümüne kadar izlemesi ile ilgili öykü anlatır. Şövalye Lenoir ise devrim sonrası Fransa’da Kralların mezarlarının açıldığı, hepsinin toplu mezara gömüldüğü gün yaşanan inanılmaz bir öykü ile devam eder.
Sıra Rahip Moulle’ye gelir. İnsanın iyilik ile kötülük arasında gidip geldiği ve idam edilen bir adamla ilgili korku dolu bir öykü anlatır. Alliette’nin öyküsünde ise bir adamın vasiyeti ve ölmesine rağmen kabirde diriymiş gibi durması ile ilgili bir öykü var.
En son öyküyü ise grubun tek kadın üyesi Hedwige anlatır. Polonyalı olan Hedwige, Rusların ülkesini istilası sırasında kaçtığını ve Karpat Dağları’nda başından geçen içinde vampirlerinde de olduğu fantastik bir öykü anlatır.
“— Vampirleri kastediyorsunuz değil mi?
— Evet, çocukluğumda, babama ait bir köyün mezarlığında topraktan kırk kişinin çıkarıldığını gördüm, ölüm sebepleri belirlenemeyen bu kişiler on beş gün içinde ölmüşlerdi. Ölülerin on yedisi vampirliğin tüm belirtilerini göstermekteydi, yani yaşayan insanlar gibi taze ve kanlı canlı bulundular, diğerleri onların kurbanlarıydı.
— Peki bölgeyi onlardan kurtarmak için ne yaptılar?
— Kalplerine bir kazık çakıp sonra da onları yaktılar.”
Fantastik öyküleri anlatıp bitiren Dumas ise neden bu öyküleri anlattığını ve öykülerin esin kaynağı ile ilgili şu bilgileri veriyor: “Fontenay-aux-Roses'a bir daha hiç dönmedim. Ama o günün anısı hayatımda öyle derin bir iz bıraktı, tek bir akşama sığdırılan tüm bu tuhaf hikâyeler hafızama öyle derin kazındı ki, ilgi duyduğum konuya başkalarının da ilgisini çekmek umuduyla, on sekiz yıldır gezdiğim farklı ülkelerden, yani İsviçre, Almanya, İtalya, İspanya, Sicilya, Yunanistan ve İngiltere'den, farklı halklara ait öykülerle bende tekrar canlanan aynı türden gelenekleri derledim ve bugün her zamanki okurlarıma sunduğum bu derlemeyi meydana getirdim: BİNBİR HAYALET adı altında.”
Alexandre Dumas
Binbir Hayalet
Özgün adı: Les mille et un fantômes
Çev: Alev Özgüner
Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları
İstanbul
2008
208 sayfa.
Dumas'tan okudum ama bu kitabı okumamışım. Kaleminize sağlık. Kitap yorumlarınıza bayıldım. :)
Teşekkür ederim.
Nice blog as you write mostly about books. I like reading quite a bit :)
PS. Thank you for following btw. Followed you too.
Homed: Life in Sugar & Spice
Thanks...
Merhaba! :) Blogunuzu yeni keşfettim ve takibe aldım. Sizide kendi bloguma beklerim,takip ederseniz mutlu olurum 💎 www.nurundelidolublogu.tk 💎
Merhaba, takip için teşekkürler. Blogunuzu ziyaret edeceğim.
Hiç Dumas okumadım. Okumalıyım, geç kaldım... Kaleminize sağlık... Sevgiler...
Teşekkürler, iyi okumalar
Şu an okumaya basladim
İyi okumalar.