George Orwell - Hayvan Çiftliği (Bir Peri Masalı)
kırıklığı hayatın değişmez
yasalarıydı.” (s. 144)
George Orwell’in Hayvan Çiftliği’ni ikinci okuyuşum. Öyküsünü, olayları ve hatta sonunu bile bilerek yaptığım bu okumadan bütün bunlara kadar inanılmaz zevk aldım. Akıcı dili ve bir masal tadında okunması bir yana, Orwell’in yaklaşık 70 sene önce yazdığı dünya gerçeklerinin günümüzde de güncelliğini hiç eksiltmeden koruması bu kitabı modern klasikler listesinde baş sıralara taşıyor.
George Orwell, her ne kadar eserinin alt başlığına “Bir Peri Masalı” (A Fairy Story) ismini seçse de yazdıkları bütün dünya düzenleri için gerçeğin ta kendisidir. Yine bu kitap bir komünizm ve Stalin rejimi eleştirisi olarak görülse de içinde hem bahsedilen yönetim tarzı hem de onun karşıtlarına bol bol eleştiri bulunuyor.
Zaten yazının girişine eklediğim bir cümlelik ve tüm zamanlar ve mekânlara uyan “Açlık, zorluk ve hayal kırıklığı hayatın değişmez yasalarıydı.” (s. 144) şeklindeki alıntıda Orwell, belirli bir yer ve mekâna atıfta bulunmadan evrensel gerçeklere dikkat çekiyor. Tek fark bu açlık, zorluk ve hayal kırıklığını her zaman çalışan, emek veren, alt sınıf insanı yaşıyor. Yöneten ve “daha eşit olan” üst sınıflar için bu kuran geçerli değildir.
Gelelim Orwell’in kısa, öz ve anlam dolu romanına. Romanın da masal kısmına. Biri varmış, biri yokmuş. Bir çiftlik varmış. Bu çiftlikteki hayvanlardan bir domuz bir gün bir düş görür. Düşü bir gün çiftlikteki hayvanların özgür olması ile ilgilidir. Hayvanları toplayıp onlara bir konuşma yapan “Koca Reis” isimli domuzun konuşmasından en dikkat çeken kısım şudur:
“İnsan, üretmeden tüketen tek yaratıktır. Süt vermez, yumurta yumurtlamaz, sabanı çekecek gücü yoktur, tavşan yakalayacak kadar hızlı koşamaz. Gene de, tüm hayvanların efendisidir. Hayvanları çalıştırır, karşılığında onlara açlıktan ölmeyecekleri kadar yiyecek verir, geri kalanını kendine ayırır. Bizse emeğimizle tarlayı sürer, gübremizle toprağı besleriz; oysa hiçbirimizin postundan başka bir şeyi yoktur.” (s. 22)
Bu konuşmadan sonra çiftlikte hayvanların ayaklanmasına yönelik çalışmalar yapılır. Tabii bir taraftan ayaklanma lehine propaganda yapanlar varken, diğer yandan da karşı propaganda da yapılır.
“Domuzlar, evcil kuzgun Moses'ın yaydığı yalanların önünü almak için daha da zorlu bir savaşım vermek zorunda kaldılar. Bay Jones'un gözdesi olan Moses, gammazın, dedikoducunun tekiydi, ama ağzı iyi laf yapardı. Gene bir masal uydurmuştu: Sözümona, Balbadem Diyarı denen gizemli bir ülke vardı, bütün hayvanlar öldükleri zaman oraya gidiyorlardı. Moses'a bakılırsa bu ülke gökyüzünde bir yerde, bulutların az ötesindeydi. Balbadem Diyarı'nda her gün pazardı; dört mevsim yonca biter, ağaçlar ve çalılar, kesmeşeker ve keten tohumu küspesinden geçilmezdi. Gerçi hayvanlar, gününü masal anlatmakla geçirdiği ve hiç çalışmadığı için Moses'dan nefret ediyorlardı; ama gene de, Balbadem Diyarı masalına inananlar çıkmadı değil. Domuzlar, onları böyle bir yer olmadığına inandırabilmek için az dil dökmediler.” (s. 30)
Hayvan Çiftliği her ne kadar komünizme ve daha çok Sovyetler Birliği’ndeki Stalin rejimine yöneltilen bir eleştiri olsa da geneline bakıldığında ise hem komünist rejim, hem de kapitalist düzene eleştiriler bulunuyor. Bu paragrafta da din görevlilerine yönelik bir eleştiri var. Özellikle kuzgunun hiçbir şey üretmeden, hiç çalışmadan yemesi önemli bir konuya dikkat çekiyor.
Hayvan Çiftliği’nde ayaklanma ve yönetime başkaldırı, hayvanların aç kaldığı bir günde başlar. Bu Platon’un Devlet’indeki bir paragrafı hatırlatıyor. Özetle şunu diyor Platon, yöneticiler halktan altıkları, topladıkları onca paranın, verginin çok az bir kısmını da olsa yeniden halka dağıttıkları sürece halk kanar, baş eğer ve denileni yapar.
Kitabı okurken en dikkat çeken karakter Boxer isimli attır. Çok çalışkandır. Her denileni yapar, çok fedakârlıkta bulunur. Hatta diğerlerinden daha çok ve özverili çalışır. Ancak bu kadar dürüst ve iyi niyetli olmasına rağmen kandırılması, aldatılması ve bir idea uğruna (çoğu da boşuna) çektiği acılar okuru üzer. Tabii bir de sonunu düşünürseniz hepten acıklı bir hikâyesi var.
Hayvan Çiftliği, bir düşün güzel bir ideanın sonucunda doğar. Aslında başlangıçtaki hedef ve amaçlar güzel temellere oturtulmuştur. Ancak bu hedeflerden sapma, amacın değişmesi ve bu ideanın çökmesinin ilk çatırtıları beklenenden bile çok erken duyulur.
Bir grup “akıllı” domuz, çiftlikte üretilen şeylerin en iyisini yemeğe, en iyisine sahip olmaya ve kovdukları insanlar gibi hayvanları köle gibi çalıştırmaya başlarlar. Tabii diğer hayvanlardan da akıllı oldukları için onlara bunu her zaman “iyi yönden” (kandırarak) anlatmayı da başarırlar. Bir süre bu işler aldatarak, kandırarak ve yalan söyleyerek devam eder, sonrasında ise daha da kötüye gider ve zorla yaptırmaya, korku salmaya, baskıya ve toplu ölümlere kadar varır.
Squealer (domuz), Hayvan Çiftliği’nin hükümet sözcüsü, propaganda bakanı. Görevi de yaptıklarına bir kılıf uydurmaktır ve bu işte çok başarılıdır. Domuzların yaptığı her şeyi “o kadar güzel ve mantıklı” bir şekilde anlatıyor ki hayvanların inanmamasının imkânı yoktur. Zaten hayvanlar da kandırılmaya müsaitler.
“Çok geçmeden, Squealer, çiftliği dolaşıp hayvanların kafalarında beliren kuşkuları gidermeye koyuldu. İnandırıcı bir dille, aslında ticaret yapılmaması ve para kullanılmamasına ilişkin hiçbir karar alınmadığını, dahası böyle bir kararın önerilmesinin bile söz konusu olmadığını anlattı. Bütün bunlar, büyük bir olasılıkla Snowball'un ilk başlarda yaydığı yalanlardan kaynaklanan bir hayal ürünüydü. Squealer, bazılarının kafalarındaki kuşkuların gene de dağılmadığını fark ederek, kurnazca sordu: "Bu, sakın düşünüzde gördüğünüz bir şey olmasın, yoldaşlar? Böyle bir kararın belgesi var mı? Bir yerde yazılı mı?" Gerçekten de, ortalıkta böyle bir yazılı belge bulunmadığından, hayvanlar yanıldıklarını kabullenmek zorunda kaldılar.” (s. 81)
PROPAGANDANIN AYRILMAZ PARÇASI: DÜŞMAN
Her propaganda kendi zıttı, düşmana duyulan kin ve karşı tarafla girişilen amansız mücadele sonucu yükselir ve ayakta kalır. Bu kitaptaki ilk düşman da insandır. Ayaklanmanın başlamasına sebep olan düşmandır insan. Bir de yeni rejim kendi içinden hainler ve düşmanlar çıkarır. Bu da genellikle içteki iktidar mücadelesi sonucu yaşanır. İkinci bir düşman ise böyle bir iktidar mücadelesi sonucu Napoleon’un Snowball’u çiftlikten uzaklaştırması ile doğar. Artık çiftlikte yaşanan her sıkıntı, eksiklik ve hatta yönetimin başarısızlığı bir daha hiç görülmeyecek bu hain düşmanın suçu olarak gösterilecektir.
“İlkbaharın ilk günleriydi; ansızın duyulan bir haber ortalığı birbirine kattı: Snowball hava karardıktan sonra gizlice çiftliğe geliyordu! Hayvanlar öylesine tedirgin olmuşlardı ki, geceleri gözlerine uyku girmiyordu. Söylenenlere bakılırsa, Snowball her gece karanlıktan yararlanarak çiftliğe giriyor, yapmadığı uğursuzluk kalmıyordu. Tahılları çalıyor, süt kovalarını deviriyor, yumurtaları kırıyor, fidelikleri çiğneyip eziyor, meyve ağaçlarının kabuklarını kemiriyordu. Artık çiftlikte bir iş ters gitmeyegörsün, suç hemen Snowball'a yükleniyordu. Bir cam kırılsa ya da bir oluk tıkansa, Snowball'un gece gene çiftliğe geldiği, bu işi mutlaka onun yaptığı söyleniyordu. Bir gün ambarın anahtarı kaybolunca, bütün çiftlik Snowball'un anahtarı kuyuya attığı söylentisine inandı. İşin garibi, kaybolan anahtar un çuvalının altından çıktığında bile, hayvanlar bu söylentiye inanmaktan vazgeçmediler. İnekler, Snowball'un gizlice ahırlarına girdiğini ve uykularında sütlerini sağdığını bile söylediler. O kış çiftliğe çok zarar vermiş olan sıçanların da Snowball'la işbirliği içinde oldukları söyleniyordu.” (s. 96)
STALİN REJİMİNİN ÖLDÜRDÜĞÜ İNSANLARIN ANISINA
Orwell kitapta özellikle Stalin rejiminin demir pençelerinde can veren on binleri de unutmamıştır. Bunların çoğu eğitimli, okuyan ve düşünen insanlardı. Rejime karşı en büyük tehdit de onları zaten. Çünkü görüyor, sorguluyor ve karşı çıkıyorlardı. Sonuçta hain ve devlet düşmanı etiketi yapıştırılarak ölüme gönderiliyorlardı.
Bu durum günümüzde de belirli ölçülerde devam ediyor. Farklı sesler, her zaman tehlikeli görülür. Muhalefet istenmeyen bir şeydir. Doğrular belirli kesimleri rahatsız eder. İşte Orwell de dünya genelinde bu ve benzer olaylar sonucunda can verenleri şöyle anıyor:
“Napoléon yeniden topluluğa dönerek, korkunç bir sesle, "İtirafta bulunacak başka hayvanlar varsa, ortaya çıksınlar," dedi.
Yumurta isyanında başı çekmeye kalkışmış olan üç tavuk öne çıkıp rüyalarında Snowball'un kendilerini Napoléon'un buyruklarını dinlememeye çağırdığını açıkladılar. Ve o saat köpekler tarafından gırtlaklandılar. Ardından, bir kaz çıktı ortaya ve geçen hasatta çalıp gizlediği altı buğday başağını geceleri gizli gizli yediğini itiraf etti. Sonra, koyunlardan biri, Snowball'un isteği üzerine, yalağa işediğini açıkladı. İki koyun da, Napoléon'a bağlılığıyla tanınan yaşlı bir koçu, öksürük nöbetleri tuttuğu bir sırada ateşin çevresinde kovalayarak öldürdüklerini itiraf ettiler. Hepsi de oracıkta boğazlandı. İtiraflar ve idamlar böylece sürüp gitti. Sonunda bir de baktılar, Napoléon'un ayakları dibinde cesetten geçilmiyor. Ortalığı kan kokusu kaplamıştı. Jones'un kovulduğu günden bu yana çiftlikte böyle bir koku duyulmamıştı.” (s. 101)
TARİHİN SÜREKLİ YENİDEN YAZILMASI
“Bu arada hayvanlar, o güne kadar birçoğunun bildiğinin tersine, Snowball'un hiçbir zaman "Birinci Dereceden Kahraman Hayvan" nişanı almadığını da öğrendiler. Bu hikâyeyi, Ağıl Savaşı'ndan bir süre sonra Snowball kendisi uydurmuştu. Nişan verilerek ödüllendirilmek şöyle dursun, savaşta korkaklık gösterdiği için kınanmıştı. Hayvanlar, bütün bunları duyduklarında bir kez daha büyük bir şaşkınlığa kapılarak tepki gösterdiler. Ama Squealer, belleğin yanıltıcı olduğunu söyleyerek onları yatıştırmakta gecikmedi.” (s. 113)
Bu kısım ve diğer bazı kısımlar Orwell’in 1984 romanındaki tarihin yeniden yazılması kısımlarını hatırlatıyor. 1984’ü okuyanlar romanın ana karakteri Winston Smith’in Doğruluk Bakanlığı’nda yaptığı işi hatırlarlar.
İnsanları kandırma işi sadece tarihin, bu romanda ise yakın tarihin yeniden yazılması ile sınırlı değildir. Hayvan Çiftliği’nde domuzlar yönetiminin propaganda makinesi her yönlü çalışıyordu. Hayvanları yiyeceği her geçen gün azalsa da artıyor deniliyor, yapılan kısıntılar için ise farklı bir ifade kullanılıyor.
“Squealer gönüllere su serpmeyi çok iyi beceriyordu. Kuşkusuz, şimdilik, tayınları yeniden ayarlamak zorunda kalmışlardı (Squealer, hiçbir zaman "kısıntı" sözcüğünü kullanmıyor, '"yeniden ayarlama" demeyi yeğliyordu)…” (s. 128)
"Bütün Hayvanlar Eşittir, Ama Bazı Hayvanlar Daha Eşittir" |
Tabii önemli olan toplumu hoşnut tutabilmektir. Ölmeyecekleri kadar yemek verdin mi ve bol bol eğlence de sağladığınız sürece uyuşukluk devam eder. Her şeyin iyi olduğu görüşüne kapılırlar. Platon’un mağarasında zincire vurulmuş insanlar hiçbir zaman mağaranın dışında daha güzel ve zincirsin bir yaşamın olabileceğini hayallerine bile getiremezler.
“Ama hayvanlar bu törenlerden genellikle hoşnuttular. Ne de olsa, kendi kendilerinin efendisi olduklarının ve yalnızca kendi yararları için çalıştıklarının anımsatılması, yüreklerini ferahlatıyordu. Böylece şarkılarla, tören alaylarıyla, Squealer'ın sıraladığı rakamlarla, tüfeğin gümbürtüsüyle, horozun ötüşleriyle ve bayrağın dalgalanışıyla, ara sıra da olsa, açlıklarını unutabiliyorlardı.” (s. 131)
Son olarak Moses’e dönelim. İlk önce bütün hayvanların eşit olacağı, bol bol yiyeceklerinin olduğu, hiç kimsenin zarar görmeyeceği bir çiftliğin hayali vardı. Domuzların otoriter rejimi ile bu hayaller suya düştü. Bu sefer hayvanlar yeniden kuzgun Moses’in anlattığı ve uzaklardaki rüya gibi bir diyarın hayalleri ile avunmaya döndüler.
“Kaç yıldır ortalıkta görünmeyen kuzgun Moses, yaz ortalarına doğru birden çiftliğe geri döndü. Neredeyse hiç değişmemişti; elini sıcak sıcak sudan soğuk suya sokmuyor, eskisi gibi Balbadem Diyarı masalları okuyup duruyordu. Bir kütüğün üstüne tünüyor, kara kanatlarını çırpıyor; dinleyecek birini bulmayagörsün, saatlerce konuşuyordu. Koca gagasıyla gökyüzünü göstererek çok ciddi bir sesle, "İşte orada, yoldaşlar," diyordu. "Balbadem Diyarı, biz zavallı hayvanların tüm sıkıntılarımızdan kurtulup sonsuza dek huzur içinde yaşayacağımız ülke orada, şu gördüğünüz kara bulut var ya, onun hemen ardında!" Dahası, bir gün çok yükseklerden uçarken oradan geçtiğini, alabildiğine uzanıp giden yonca tarlalarını, keten tohumu küspesi ve kesmeşekerlerle kaplı çalılıkları gözleriyle gördüğünü ileri sürüyordu. Hayvanların birçoğu ona inanıyordu. Bu dünyada açlık ve yokluk içinde yaşıyorlardı; başka bir yerlerde daha iyi bir dünyanın bulunmasından daha doğru, daha anlaşılır ne olabilirdi? Asıl anlaşılması zor olan, domuzların Moses'a karşı tutumuydu. Hem onu aşağılayarak Balbadem Diyarı'yla ilgili masallarının palavra olduğunu söylüyorlar, hem de hiç çalışmadan çiftlikte kalmasına ses çıkarmıyorlar, dahası her gün bira içmesine izin veriyorlardı.” (s. 132)
George Orwell
Hayvan Çiftliği (Bir Peri Masalı)
Özgün adı: Animal Farm (A Fairy Story)
Çev: Celâl Üster
16. Basım
Can Yayınları
İstanbul
2008
158 sayfa.
Email adresinize erişim sağlayamadığım için buradan yazıyorum; benimle feriperiblog@gmail.com adresim üzerinden iletişime geçerseniz mutlu olurum. Ya da konu ile ilgili google plus profilimi de ziyaret edip konuyu öğrenebilirsiniz.
İyi günler...
E-mail gönderdim.