Kitap yorumu: Hasan Saraç - Zaman Gezginleri: Kerim ile Sibel
Hasan Saraç’ın romanının isminden konusu az çok anlaşılıyor. Bir tarafta “zaman gezginleri” var; bir bilim kurgu hikâyesi. Diğer yandan ise bir aşk; Kerim ile Sibel’in aşkı. Ancak roman sadece bundan ibaret değil. Okura post apocalyptic (kıyamet sonrası) bir Yeni Dünya da sunuyor.
Hasan Saraç - Zaman Gezginleri: Kerim ile Sibel - Konusu
Yeni Dünya yılı 1142’den zamanda seyahat ederek 2009 yılına gelen dört zaman gezgini var. İkisi İstanbul’a, diğer ikisi ise New York’a iki ay süreyle gözlem yapmak, geçmişi incelemek ve öğrenmek için gelmiştir. Geçmişi değiştirmek ya da bir şeyleri düzeltmek gibi niyetleri ise hiç bulunmuyor.
Geçmişe gelmelerinin ana sebeplerinden biri kendi Yeni Dünya’larının bir kıyamet yaşamasından kaynaklanıyor. Dünyadaki adaletsiz düzen, kuzey ülkelerin sürekli güney yarımküreyi sömürmesi sonucu oluşan dengesizlikten bir savaş çıkarmıştır. Hidrojen bombalarının kullanıldığı savaşta kuzey yarımküre kazanmıştır. Güney yarımküredeki tüm canlı yaşamın yok edilmesi pahasına. Ancak bu savaş bir dizi felaketin de başlangıcı olmuştur. Doğa ve iklimin dengesi bozulmuş, depremler, seller, salgın hastalıklar derken insanlığın büyük bir kısmı yok olmuştur. Dünyanın sadece az bir kısmında yaşam mücadelesi veren bir avuç insan kalmıştır. Bu insanlar da kendilerini doğayı korumak ve dünyayı düzeltmeye adamışlardır.
Geçmişe gelmelerinin ana sebeplerinden biri kendi Yeni Dünya’larının bir kıyamet yaşamasından kaynaklanıyor. Dünyadaki adaletsiz düzen, kuzey ülkelerin sürekli güney yarımküreyi sömürmesi sonucu oluşan dengesizlikten bir savaş çıkarmıştır. Hidrojen bombalarının kullanıldığı savaşta kuzey yarımküre kazanmıştır. Güney yarımküredeki tüm canlı yaşamın yok edilmesi pahasına. Ancak bu savaş bir dizi felaketin de başlangıcı olmuştur. Doğa ve iklimin dengesi bozulmuş, depremler, seller, salgın hastalıklar derken insanlığın büyük bir kısmı yok olmuştur. Dünyanın sadece az bir kısmında yaşam mücadelesi veren bir avuç insan kalmıştır. Bu insanlar da kendilerini doğayı korumak ve dünyayı düzeltmeye adamışlardır.
Kitap önerileri: En iyi bilim kurgu kitapları (25 bilim kurgu roman / seri listesi)
İşte zaman gezginleri, H. G. Wells’in Zaman Makinesi’ndeki hikâyenin aksine geleceğe değil, geçmişe seyahat ederler. Bu bir tür araştırmadır. Zaman zaman sınırlı sayıdaki araştırma grupları, kısa süreliğine geçmişe gelerek, burada gözlem yapıyor ve geri dönüyor.
Zaman gezginlerinin geçmişte gördükleri şeyler çoğu zaman onlara yabancıdır, anlamakta da güçlük çekerler. Bu gözlemleri sırasında bazen hayrete düşüyor, bazen de kendi Yeni Dünya’ları ile kıyaslıyorlar. Mesela Sibel, İstanbul’da bir AVM’ye gidiyor, insanların tükettiği yiyeceklerin miktarı karşısında hayrete düşüyor ve şöyle düşünüyor: “Sırf burada gördükleriyle kendi bölgesi bir yıl idare edebilirdi.” (s. 46)
Diğer bir zaman gezgini ise uğradığı bir otelde şu gözlemde bulunuyor: “Kilosu adamakıllı haddini aşmış onca insan lobide içkileri devirirken, sırım gibi adamlar da burada (spor salonu) nefes nefese makinelerle yarışıyordu. Şunların yerlerini birbirleriyle değiştirsek diye aklından geçirdi.” (s. 53)
İşte zaman gezginleri, H. G. Wells’in Zaman Makinesi’ndeki hikâyenin aksine geleceğe değil, geçmişe seyahat ederler. Bu bir tür araştırmadır. Zaman zaman sınırlı sayıdaki araştırma grupları, kısa süreliğine geçmişe gelerek, burada gözlem yapıyor ve geri dönüyor.
Zaman gezginlerinin geçmişte gördükleri şeyler çoğu zaman onlara yabancıdır, anlamakta da güçlük çekerler. Bu gözlemleri sırasında bazen hayrete düşüyor, bazen de kendi Yeni Dünya’ları ile kıyaslıyorlar. Mesela Sibel, İstanbul’da bir AVM’ye gidiyor, insanların tükettiği yiyeceklerin miktarı karşısında hayrete düşüyor ve şöyle düşünüyor: “Sırf burada gördükleriyle kendi bölgesi bir yıl idare edebilirdi.” (s. 46)
Diğer bir zaman gezgini ise uğradığı bir otelde şu gözlemde bulunuyor: “Kilosu adamakıllı haddini aşmış onca insan lobide içkileri devirirken, sırım gibi adamlar da burada (spor salonu) nefes nefese makinelerle yarışıyordu. Şunların yerlerini birbirleriyle değiştirsek diye aklından geçirdi.” (s. 53)
Zaman gezginlerinin gözlemleri aslında yazarın dünyamız ile ilgili eleştirileridir diyebiliriz. Yukarıda iki örneğini verdim. Ancak en çok yapılan eleştiri ise çocuk eğitimi üzerinedir. Çocukların küçük yaştan yasaklar ve sınırlamalar iyi büyütülmesi, onların gelişimine yardımcı olmaktan çok olumsuz etkileri ilgili görüşleri okuyoruz.
Kitapta dünyamız ile ilgili dikkatimi çeken bir başka konu ise dinler ve dinlerin istismar edilerek kullanılması ile ilgilidir. Bunu bu sefer Yeni Dünya’lıların bakış açısıyla okuyoruz. Çünkü onlar da geçmişe giderek din tarihi araştırmaları yapmaya çalışmış ve şu sonuca varmışlardı: “Yalnızca bir keresinde, dinler tarihini inceleyebilmek için peygamberlerin ya da birinci nesil müritlerin yaşadığı dönemleri ziyaret etmişler, dinlerin gerçek içeriğinden kopup kabuk ya da şekil değiştirerek, toplumlarda bir baskı unsuru olarak istismar edilmesinin çok ilerde bazen beş yüz, hatta bin yıl sonra bile mümkün olabildiğini anladıktan sonra da bu çalışmalarına son vermişlerdi.” (s. 121)
Farklı dünyalardan iki âşık: Kerim ile Sibel
Romanın iki ana karakteri var. Biri Kerim, diğeri ise Sibel’dir. İkisi de Türk, ancak yaşadıkları dünyalar arasında bin yıldan fazla bir zaman var. Kerim yurt dışında okumuş, çalışmış, şimdi de Türkiye’ye dönmüş ve bir kahve markasında üst düzey yöneticidir.
Sibel de kendi zaman gezginleri grubunun lideridir. O da Yeni Dünya’da İstanbul’da ayakta kalan çok az bölgelerden birinde yaşıyor. Yaptığı zaman seyahati ve gözlemleri sırasında Kerim ile karşılaşır.
Kerim, ilk görüşte Sibel’e âşık olur. Aşktan çok bir vurulma, bir tutulma yaşar. Haftalarca onu arar ve çılgına döner. Bulduğunda ise Sibel’in gizemli davranışları onu daha fazla çıldırtır. Sibel ise sırrını söyleyemez, söylese bile Kerim’in inanmayacağını biliyor. Ancak yine de ona ipuçları verir. Bir buluşmasında ona Aldous Huxley’in Cesur Yeni Dünya kitabını okumasını ve bir sonraki buluşmalarında üzerinde konuşacaklarını söyler.
Distopyalar ve Huxley'in Cesur Yeni Dünya'sı
Hasan Saraç, bu romanında birkaç filme ve birçok kitaba atıfta bulunuyor. En başta İngiliz yazar Aldous Huxley’in Cesur Yeni Dünya romanına. Ayrıca George Orwell’in 1984’ü, Yevgeni Zamyatin’in Biz’i, Jules Verne’nin birkaç kitabı, Stanislaw Lem, Arthur C. Clarke, Douglas Adams da romanda Sibel ile Kerim’in konuşmaları sırasında adı geçen distopya ya da bilim kurgu romanları ve yazarlarıdır.
Aslında Hasan Saraç’ın bu romanındaki Yeni Dünya ile Huxley’in Cesur Yeni Dünyası’ndaki dünyaların da birbirine benzer yönleri var. Sibel de “Huxley durup dururken tüm bu kitaptaki olayları sıfırdan kendi kafasından yaratmamış.” (s. 162) derken, aslında yazarların birbirlerini etkilediklerine göndermede bulunuyor. Nasıl ki Huxley’de de Zamyatin’in eserinden etkilenmştir.
Örneğin Saraç’ın Yeni Dünya’sı ile Huxley’in Cesur Yeni Dünya’sı arasındaki benzerliklere bir örneği insanların nasıl dünyaya geldiği ile ilgili kısımdan verebiliriz. Huxley’de insanlar “kuluçka ve şartlandırma” merkezlerinde tüplerde dünyaya gelir. Özellikle alt sınıf insanlar aynı yumurtadan, bölünerek birkaç düzine şeklinde üretiliyor. Saraç’ın romanındaki Yeni Dünya’da ise insanlar klonlanıyor. Romandaki ilgili bölüm şöyle:
“Dönem üyeleri, birbirleriyle oldukça uyumlu DNA yapılarıyla klonlandıklarından, genel görünümleriyle fiziksel olarak büyük benzerlikler gösteriyorlardı. Zaten daha da incelen atmosfer süzülüp gelen yoğun güneş ışınları nedeniyle hepsi ileri düzeyde esmer, hepsi koyu renk gözlü ve kalın kaşlıydı.” (s. 124)
Huxley’in Cesur Yeni Dünya’sı ile ilgili çoğu zaman distopya mıdır, yoksa ütopya mıdır tartışması yapılır. Orwell’in 1984’ünden faklı olarak şiddet, baskı, işkence yoktur. Ancak yine de distopyaya yakın bir dünyadır. Saraç’ın Yeni Dünya’sının da bana göre distopya yönleri olsa da ütopyaya daha yakın bir dünyadır.
Mesele insanlar 120 yıl yaşar ve ölürler. Doğal ölüm yoktur. Ancak birisi 120 yaşını tamamlayınca “veda etmeye karar verir” ve onun yerine yeni bir insan klonlanır. Bunu da nüfusu sabit tutmak için yapıyorlar. Ancak bu Yeni Dünya’da en dikkat çeken şey eğitim sistemleri ve yetkiyi kime verecekleri ile ilgili seçme yöntemleridir.
İnsanların eğitimleri neredeyse 50-60 yaşına kadar devam ediyor. Sıkı ve çok farklı bir eğitimden geçiyorlar. Dünyayı yıkan felaketlerin bir daha yaşanmaması için ise kime yetki verdiklerini ve yönetici yaptıklarını ise şöyle açıklıyor Sibel:
Tabii romanda Yeni Dünya, insanların nasıl hayatta kaldıkları, beslendikleri, zamanda seyahat ve diğer ayrıntılarla ilgili daha fazla bilgi veriliyor. Ancak okurken şu izlenime kapılıyorum; bu romanın bir devam kitabı olacaktır ya da olabilir. Okurda Yeni Dünya’yı daha fazla tanıma ve bilme isteği uyanıyor.
Aslında Hasan Saraç’ın bu romanındaki Yeni Dünya ile Huxley’in Cesur Yeni Dünyası’ndaki dünyaların da birbirine benzer yönleri var. Sibel de “Huxley durup dururken tüm bu kitaptaki olayları sıfırdan kendi kafasından yaratmamış.” (s. 162) derken, aslında yazarların birbirlerini etkilediklerine göndermede bulunuyor. Nasıl ki Huxley’de de Zamyatin’in eserinden etkilenmştir.
Örneğin Saraç’ın Yeni Dünya’sı ile Huxley’in Cesur Yeni Dünya’sı arasındaki benzerliklere bir örneği insanların nasıl dünyaya geldiği ile ilgili kısımdan verebiliriz. Huxley’de insanlar “kuluçka ve şartlandırma” merkezlerinde tüplerde dünyaya gelir. Özellikle alt sınıf insanlar aynı yumurtadan, bölünerek birkaç düzine şeklinde üretiliyor. Saraç’ın romanındaki Yeni Dünya’da ise insanlar klonlanıyor. Romandaki ilgili bölüm şöyle:
“Dönem üyeleri, birbirleriyle oldukça uyumlu DNA yapılarıyla klonlandıklarından, genel görünümleriyle fiziksel olarak büyük benzerlikler gösteriyorlardı. Zaten daha da incelen atmosfer süzülüp gelen yoğun güneş ışınları nedeniyle hepsi ileri düzeyde esmer, hepsi koyu renk gözlü ve kalın kaşlıydı.” (s. 124)
Huxley’in Cesur Yeni Dünya’sı ile ilgili çoğu zaman distopya mıdır, yoksa ütopya mıdır tartışması yapılır. Orwell’in 1984’ünden faklı olarak şiddet, baskı, işkence yoktur. Ancak yine de distopyaya yakın bir dünyadır. Saraç’ın Yeni Dünya’sının da bana göre distopya yönleri olsa da ütopyaya daha yakın bir dünyadır.
Mesele insanlar 120 yıl yaşar ve ölürler. Doğal ölüm yoktur. Ancak birisi 120 yaşını tamamlayınca “veda etmeye karar verir” ve onun yerine yeni bir insan klonlanır. Bunu da nüfusu sabit tutmak için yapıyorlar. Ancak bu Yeni Dünya’da en dikkat çeken şey eğitim sistemleri ve yetkiyi kime verecekleri ile ilgili seçme yöntemleridir.
İnsanların eğitimleri neredeyse 50-60 yaşına kadar devam ediyor. Sıkı ve çok farklı bir eğitimden geçiyorlar. Dünyayı yıkan felaketlerin bir daha yaşanmaması için ise kime yetki verdiklerini ve yönetici yaptıklarını ise şöyle açıklıyor Sibel:
“Yani sağlam bir kişilik kazanamayan bir birey ne kadar zeki ve karizmatik de olsa ona yetki verilmez mi diyorsun?
“Kesinlikle verilmez. Dünya’nın başına tüm bu belayı kimler açtı sanıyorsun? Tutarlı ve güvenilir bir kişiliğe ulaşamayan için bizim dünyamızda çok sıradan görevler vardır. Toplum bu insanları tanır. Onlara hiçbir sorumluluk, güç emanet edilmez. Biz onlara Yeni Dünya’mızda hizmetliler adını veriyoruz.” (s. 215)
Tabii romanda Yeni Dünya, insanların nasıl hayatta kaldıkları, beslendikleri, zamanda seyahat ve diğer ayrıntılarla ilgili daha fazla bilgi veriliyor. Ancak okurken şu izlenime kapılıyorum; bu romanın bir devam kitabı olacaktır ya da olabilir. Okurda Yeni Dünya’yı daha fazla tanıma ve bilme isteği uyanıyor.
Yazar Hasan Saraç |
Not: Kitabı okuduktan sonra devam kitapları olduğunu da öğrendim. Böylece Zaman Gezginleri bir Türk bilim kurgus serisidir diyebililiriz. Serinin devam kitaplarının 2021 yılının ilk aylarında çıkması planlanıyor.
Saygıdeğer Cavanşir Bey, değerli yorumunuz için çok teşekkür ederim.
Pek çok konuda olduğu gibi bu konuda da çok haklısınız. Elbette bu romanın bir devamı, hatta bir dizisi olmalı. Öyle olmasa bir yazar neden oturup böyle kapsamlı bir ütopya, ilk bakışta mükemmel görünen fütüristik bir yönetim tarzı hayal etsin? Neden bu bilimkurgu dizisine farklı bir boyut katmak için olayların arasında bir de “Leyla ile Mecnun” fantazisi dahil etsin? ... Belki de o sorunsuz görünen gelecekte bile insan faktörü çoktan işin içine girmiş, mükemmeliyetten kopmalar başlamıştır, kim bilebilir?
Eğer yayıncılarımız üşenmeyip bu projeye bir göz atabilselerdi, en azından Zaman Gezginleri - Miranda ve Zaman Gezginleri - Paktika adlı eserleri okurlarıyla buluşturabilselerdi bu dizinin bir geleceği olabilirdi. Ben de büyük bir keyifle bu dizinin dördüncü romanı (Sema Hatun) üzerinde çalışmaya başlar, yoluma devam ederdim. Ne yazık ki henüz bu aşamaya geçemedik. Dört yıldır bilgisayarımda sakladığım, daha doğrus…
Değerli yorumunuz için teşekkür ederim. Dilerim serinin diğer kitapları da basılır. Çalışmalarınızda başarılar dilerim.