Kitap yorumu: Yevgeni Zamyatin - Biz
Distopya roman: Yevgeni Zamyatin - Biz
Kitabın konusu dışından en dikkatimi çeken konu, basımı ve yayımlanması ile ilgili olaylardır. Zamyatin bütün dünyaya hâkim totaliter bir tek devleti tasvir ettiği bu romanı 1920 yılında yazmıştı. Tabii bu tarih aynı zamanda Rusya’da yeni rejimin kurulduğu tarihlerdi. Zamyatin’in de romanı, gelecekteki Sovyet toplumuna yöneltilen bir eleştiri olarak görüldüğü için basımına onay alamamıştı. Roman ilk defa 1924 yılında New York’ta İngilizceye çevrilerek yayımlanır.Daha sonra farklı yerlerde Rusça ya da çevirileri yayımlanan roman, yazarına ise ülkesinde kötü bir ün getirir ve bir yazar olarak artık gözden düşer. Faaliyetlerine izin verilmez. Ancak 1931 yılında Paris’e göç etmesine izin verilir. Yani bu bir sürgündür, seni artık burada istemiyoruz demektir. Sovyetler Birliği’nde Zamyatin’in bu eserinin yayımlanması ise 1988 yılına kadar bekleyecektir.
Kitaba sunuş yazan Bülent Somay, hem Zamyatin’in bu eseri hem de distopyalar (Somay anti-ütopya sözcüğünü kullanıyor) ile ilgili en azından benim için yeni olan bir bakış açısı sunuyor ve “Biz” ile ilgili şunu ekliyor: “Biz, H. G. Wells'in "Gelecek Günlerin Bir Öyküsü" ve "Uyuyan Uyanınca" roman/uzun öyküleri ve E. M. Forster'ın "Makine Duruyor" öyküsüyle birlikte ilk anti-ütopya örneklerinden biri sayılır.” (Bülent Somay, “Sunuş: Zamyarin'in “Biz”i biz miyiz?”, s. 6)
Ütopya kelimesini ilk kullanan Thomas More olsa da ütopya yazan ilk o değildi. Mesela ütopyalardan birine Platon’un Devlet’ini örnek olarak gösterebiliriz. Distopya romanları çok sevmekle birlikte benim hep merak ettiği şu olmuştu: Daha güzel, her şeyin iyi ve yerli yerinde olduğu ütopyalar tasarlamak, belki tam ulaşılamasa da en azından hedef olarak gösterilecek ütopyalar yazmak varken, bir yazar neden karamsar bir dünya, her şeyin kötüye gittiği, insanların baskı altında ve zulüm içinde yaşadığı bir distopya yazsın? İşte benim bu sorumun bir yönüyle cevabını Bülent Somay kitabın girişindeki “Sunuş: Zamyarin'in “Biz”i biz miyiz?” başlıklı yazısında veriyor.
Bu devletteki en önemli şey ise matematiktir. Her şey sayılarla ifade ediliyor, kareler ya da üçgenler olarak görülüyor ve sair. Zaten yukarıdaki cümlede de “Yaşasın Sayılar!” diye bahsedilen de bu Tek Devlet’in yurttaşlarıdır. Çünkü artık kimse isim kullanmıyor. Herkesin bir sayısı olduğu için birbirlerinden “insanlar” olarak değil “sayılar” olarak bahsederler. Erkek sayıların isimleri sessiz, kadın sayıların isimleri ise sesli harflerle başlıyor.
Mesela, romanın ana karakterinin ismi D-503’tür. Beraber olduğu kadının ismi O-90, onu baştan çıkaracak kadının ismi ise E-330.
Bir de cümlenin sonunda “Velinimet” ifadesi var. O da Tek Devlet’in tek yöneticisidir. Her yıl tekrar tekrar seçilen bir lider. Sayılar, kurallara uymazsa yapılan ölüm makinesi ile kendi elleriyle ve meydanda düzenlenen törenle onları ölüme gönderen Velinimet.
“Yarın, her yıl tekrarlanan ama hep canlı kalan ve sonsuza kadar canlı kalacak olan bir gösteriyi görmeye gideceğim: Uyum, saygıyla yukarı kalkan kollar. Yarın Velinimet'in seçim günü. Yarın gene Velinimet'imizi seçip, mutluluğumuzun değişmez kalesinin anahtarlarını eline vereceğiz.” (s. 112)
Bu toplumda her şey rakamsal, kesin ve belirlidir. Sayıların ne zaman işe gideceği, ne zaman dinleneceği, ne zaman yürüyeceği hepsi bir sistem ile belirlenmiştir. Hatta o kadar ki cinsel ilişki günlerini bile devlet belirliyor ve izinle yapılıyor. Analizler sonucu hangi sayının kime uyacağı belirleniyor ve “devletin ikisini kayıt etmesinden” sonra her cinsel birleşme günü için pembe kupon almak zorunda. Çünkü bu kupon olmadan, camdan olan evlerinin pencerelerini asla kapatamazlar.
“Eve girerken girişteki büroya koştum, pembe kuponu verip görevliden perdeleri çekme belgesini aldım. Bu hak yalnızca cinsel birleşme günlerinde tanınıyor. Diğer günlerde bol ışıklı cam duvarların arkasında yaşıyoruz, birbirimizi görebilir durumdayız. Gizleyeceğimiz hiçbir şey yok. Bu, Koruyucular'ın zor ve soylu görevlerini kolaylaştırıyor. Başka türlü, ne olabileceğini kim bilebilir? Belki de eski insanlarda hücre psikolojisinin doğmasına yol açan şey, saydam olmayan konutlardı. (s. 27)
Toplumda her şey matematikseldir. Şarkılar matematiksel denklemlerle yapılıyor, düşünceler kareler ve üçgenlerle ifade ediliyor, isimler bile sayılar ve rakamlarla. Eskinin şairlerini anlamadan gezen bu toplumun üyeleri yine matematiksel öğeler içiren şiirler okur. Kitabın ana karakteri D-503 de böyle bir yöntemle yazılmış ve “Mutluluk” isimli şiiri okur ve şiir şöyle:
“Neyse ki, vahşi yeşil okyanusla aramızda Duvar'ın camı vardı. Oh! Duvarların, engellerin o ilahi, bilgece sınırlamaları! Duvar, belki de keşiflerin en yücesi. İnsanoğlu, ilk duvar inşa edildikten sonra vahşi bir hayvan olmayı bıraktı. Ve biz, Yeşil Duvar'ı inşa ederek mükemmel ve mekanik dünyamızı, kuşların, ağaçların, hayvanların akıl dışı, saklı dünyalarından soyutladık.” (s. 81)
Yevgeni Zamyatin
Biz
Özgün adı: Мы (Türkçe okunuşu: Mı)
İngilizceden çeviren: Füsun Tülek
2. Basım
Ayrıntı Yayınları
İstanbul
1996
180 sayfa.
Kitaba sunuş yazan Bülent Somay, hem Zamyatin’in bu eseri hem de distopyalar (Somay anti-ütopya sözcüğünü kullanıyor) ile ilgili en azından benim için yeni olan bir bakış açısı sunuyor ve “Biz” ile ilgili şunu ekliyor: “Biz, H. G. Wells'in "Gelecek Günlerin Bir Öyküsü" ve "Uyuyan Uyanınca" roman/uzun öyküleri ve E. M. Forster'ın "Makine Duruyor" öyküsüyle birlikte ilk anti-ütopya örneklerinden biri sayılır.” (Bülent Somay, “Sunuş: Zamyarin'in “Biz”i biz miyiz?”, s. 6)
Ütopya kelimesini ilk kullanan Thomas More olsa da ütopya yazan ilk o değildi. Mesela ütopyalardan birine Platon’un Devlet’ini örnek olarak gösterebiliriz. Distopya romanları çok sevmekle birlikte benim hep merak ettiği şu olmuştu: Daha güzel, her şeyin iyi ve yerli yerinde olduğu ütopyalar tasarlamak, belki tam ulaşılamasa da en azından hedef olarak gösterilecek ütopyalar yazmak varken, bir yazar neden karamsar bir dünya, her şeyin kötüye gittiği, insanların baskı altında ve zulüm içinde yaşadığı bir distopya yazsın? İşte benim bu sorumun bir yönüyle cevabını Bülent Somay kitabın girişindeki “Sunuş: Zamyarin'in “Biz”i biz miyiz?” başlıklı yazısında veriyor.
“Anti-ütopya, ütopyaların "mükemmelliğine", kapalılığına bir tepkiydi; 20. yüzyıla kadar yazılmış olan ütopyaların hepsi birer diktatörlük tasvir ediyordu aslında: Yalnızca iktidar soylunun ya da varlıklının elinden alınacak, "hak edenin", seçkinlerin, yetenekli, bilge, aydın azınlığın eline verilecekti. Eh bir de yüzyıl başında ütopya falan değil, alenen gerçekte benzer bir durum ortaya çıkınca, iktidarda olmak için tek gerekçeleri "her zaman haklı olan partiye üye olmak" olan bir azınlık belirince, ütopya ansızın korkutucu bir şey oldu çıktı. Rusya'dan kaçan dindar bir aydın olan Nicholas Berdyaev, "ütopya her zaman totaliterdir, totaliterlik her zaman ütopyacıdır" diyordu. Anti-ütopyaya bir akın başladı; aynı bayrak altında beş benzemez bir araya geldi. Zamyatin gibi bir devrimci, Berdyaev gibi bir dindar, Orwell gibi bir radikal demokrat, Huxley gibi bir liberal, hepsi anti-ütopyacı oldular. 1930'lar, 40'lar, 50'ler hep bu ruh haliyle geçti; piyasada görülen tek ütopyacılar Sovyet övgücüleriydi, ütopyanın totaliter, kapalı bir sistem olmak zorunda olmadığı, seçkinci olmayan, açık ütopyaların da tasarlanabileceğini keşfetme şerefi, 1968'lilere düştü.” (Bülent Somay, “Sunuş: Zamyarin'in “Biz”i biz miyiz?”, s. 10-11)
“Zamyatin'in geleneksel, kapalı, otoriter ütopyacılığı eleştirirken, alternatif, açık bir ütopya yazma denemesine girişmek yerine alaycı bir anti-ütopya yazmasının iki sonucu oldu. Birincisi, Huxley ve Orwell gibi devrime uzaktan ve biraz da sinik bir tavırla bakan düşünür/romancıların bu anti-ütopya geleneğini karamsar bir çerçeve içine hapsederek sürdürmeleriydi. Diğer sonuç ise kuramsal ifadesini Bloch'un "Umut İlkesi"nde bulan yeni ütopyacılığın geleneksel ütopyanın kapalı yapısına karşı Zamyatin'in uyarısıyla işe başlaması oldu. 1960'ların isyancı yükselişi özellikle ABD'de bu yolda yeni, açık ütopyaların yaratılmasına ön ayak oldu. Yeni ütopya, geleneksel ütopyaların kapalı, sonlu ve otoriter yapısını değiştirirken, Huxley ve Orwell karamsarlığının da ötesine geçiyordu; bu çabada Zamyatin’in eleştirel, ancak umudunu yitirmeyen anti-ütopyasının da katkısı vardı. Nitekim 1960'lar ve 70'lerdeki en önemli ütopyacı romanlardan birini yazan Ursula Le Guin, işe Zamyatin öğrenerek başlamıştı. (Bülent Somay, “Sunuş: Zamyarin'in “Biz”i biz miyiz?”, s. 11)
Kitap önerileri: Tüm zamanların en iyi distopya romanları (20 kitap)
"Yaşasın tek devlet! Yaşasın sayılar! Yaşasın velinimet!"
“Yaşasın Tek Devlet! Yaşasın Sayılar! Yaşasın Velinimet!” Bu cümle, Zamyatin’in distopik dünyasındaki Tek Devlet’in resmi sloganı olmakla birlikte, aslında kitabın da özetidir diyebiliriz. Dünyada bin yıl önce Tek Devlet kurulmuştur. İnsanların cam evlerde yaşadığı, uçan araçlarla gezdiği ve her şeyin Tek Devlet tarafından “düzenlendiği” bir yönetim şekli var.Bu devletteki en önemli şey ise matematiktir. Her şey sayılarla ifade ediliyor, kareler ya da üçgenler olarak görülüyor ve sair. Zaten yukarıdaki cümlede de “Yaşasın Sayılar!” diye bahsedilen de bu Tek Devlet’in yurttaşlarıdır. Çünkü artık kimse isim kullanmıyor. Herkesin bir sayısı olduğu için birbirlerinden “insanlar” olarak değil “sayılar” olarak bahsederler. Erkek sayıların isimleri sessiz, kadın sayıların isimleri ise sesli harflerle başlıyor.
Mesela, romanın ana karakterinin ismi D-503’tür. Beraber olduğu kadının ismi O-90, onu baştan çıkaracak kadının ismi ise E-330.
Bir de cümlenin sonunda “Velinimet” ifadesi var. O da Tek Devlet’in tek yöneticisidir. Her yıl tekrar tekrar seçilen bir lider. Sayılar, kurallara uymazsa yapılan ölüm makinesi ile kendi elleriyle ve meydanda düzenlenen törenle onları ölüme gönderen Velinimet.
“Yarın, her yıl tekrarlanan ama hep canlı kalan ve sonsuza kadar canlı kalacak olan bir gösteriyi görmeye gideceğim: Uyum, saygıyla yukarı kalkan kollar. Yarın Velinimet'in seçim günü. Yarın gene Velinimet'imizi seçip, mutluluğumuzun değişmez kalesinin anahtarlarını eline vereceğiz.” (s. 112)
Bu toplumda her şey rakamsal, kesin ve belirlidir. Sayıların ne zaman işe gideceği, ne zaman dinleneceği, ne zaman yürüyeceği hepsi bir sistem ile belirlenmiştir. Hatta o kadar ki cinsel ilişki günlerini bile devlet belirliyor ve izinle yapılıyor. Analizler sonucu hangi sayının kime uyacağı belirleniyor ve “devletin ikisini kayıt etmesinden” sonra her cinsel birleşme günü için pembe kupon almak zorunda. Çünkü bu kupon olmadan, camdan olan evlerinin pencerelerini asla kapatamazlar.
“Eve girerken girişteki büroya koştum, pembe kuponu verip görevliden perdeleri çekme belgesini aldım. Bu hak yalnızca cinsel birleşme günlerinde tanınıyor. Diğer günlerde bol ışıklı cam duvarların arkasında yaşıyoruz, birbirimizi görebilir durumdayız. Gizleyeceğimiz hiçbir şey yok. Bu, Koruyucular'ın zor ve soylu görevlerini kolaylaştırıyor. Başka türlü, ne olabileceğini kim bilebilir? Belki de eski insanlarda hücre psikolojisinin doğmasına yol açan şey, saydam olmayan konutlardı. (s. 27)
Toplumda her şey matematikseldir. Şarkılar matematiksel denklemlerle yapılıyor, düşünceler kareler ve üçgenlerle ifade ediliyor, isimler bile sayılar ve rakamlarla. Eskinin şairlerini anlamadan gezen bu toplumun üyeleri yine matematiksel öğeler içiren şiirler okur. Kitabın ana karakteri D-503 de böyle bir yöntemle yazılmış ve “Mutluluk” isimli şiiri okur ve şiir şöyle:
“Sonsuza kadar aşık iki kere ikiDaha önce de belirttiğim gibi Tek Devlet, dünyanın geneline hakimdir. Ancak buna rağmen insanlar yine de duvarlar içinde yaşıyor. Doğadan, ağaçlardan, hayvanlardan uzak, soyutlanmış bir şekilde. Daha sonra bu duvarın arkasında hala insanların yaşadığını öğreniyoruz.
Sonsuza kadar tutkulu dört eder
Dünyanın en tutkulu aşıkları
Ayrılmaz iki kere iki örneği!
Ve şiir böyle, çarpım tablosunun sonsuz mutluluğu üzerine devam ediyor.” (s. 60)
“Neyse ki, vahşi yeşil okyanusla aramızda Duvar'ın camı vardı. Oh! Duvarların, engellerin o ilahi, bilgece sınırlamaları! Duvar, belki de keşiflerin en yücesi. İnsanoğlu, ilk duvar inşa edildikten sonra vahşi bir hayvan olmayı bıraktı. Ve biz, Yeşil Duvar'ı inşa ederek mükemmel ve mekanik dünyamızı, kuşların, ağaçların, hayvanların akıl dışı, saklı dünyalarından soyutladık.” (s. 81)
Kitap önerileri: En iyi bilim kurgu kitapları (25 bilim kurgu roman / seri listesi)
Bütün bunlar E-330 ile karşılaştığı gün değişecektir. E-330, D-503’ün tam aksi bir karakterdir. Kurallar onun için adeta çiğnenmek için vardır. Eğer Tek Devlet bir şeyi yapma demişse, E-330 onu kesinlikle yapar. Yapın dediği ve kural olarak koyduğu şeyleri ise yapmaz.
E-330 kafasını karıştırınca, romanın ana karakteri eskiden emin olduğu şeylerden artık emin olamaz oldu. Yani her şeyi başlatan bu kadın sayı olur. İlk adımı o atmış, D-503’ün yaşamına girmiş ve kendisine bağlanmasını sağlamıştır. Kafası karışan D-503 ise şöyle der: “Bilgi, yanılmazlığından kesinlikle emin olduğumuzda inançtır. Eskiden, çok sağlam bir inancım vardı, kendimle ilgili her şeyi bildiğime inanıyordum. Oysa şimdi ...” (s. 56)
E-503 aşırı derecede E-330’a karşı hisler beslese de onu anlamaktan çok uzaktır. Onunla ilgili duyguları çılgınlık düzeyine ulaşmış ama hala anlayamıyor. Kurallara göre (yani pembe bilet alıp, gelip onunla geceyi geçirmesi) ona geleceğini düşünüyor. Ancak E-330 her şeyi kuralları bozarak yapmayı seçiyor.
“O akşam beni ziyaret etmesi için pembe kuponu vardı. Odamdaki küçük iç iletişim panosunun önünde durup, tüm sevecenliğim ve kinimle E-330'un gelişini haber vermesi için ona yalvarmaya başladım. Asansörün kapısı tekrar gürültüyle açıldı: Uzun, solgun, esmer, beyaz kadınlar çıktı; her yerde perdeler çekiliyordu. Fakat o burada değildi, gelmedi. Belki de tam şu sırada, saat yirmi ikiyi vurduğunda, ben bunları yazarken o, birinin omzuna yaslanmış, "Beni seviyor musun?" diyordur. Kime? Kim o? İnce parmaklı sayı, kalın dudaklı R-? Ya da S? (s. 75)
"Burada ne oluyor? Bir ruh? Bir ruh mu dediniz? Hay aksi! Bu şekilde devam ederseniz yakında kolera salgını gibi olur (yukarıdan bakarak). Size söyledim, düş gücünü yok etmeliyiz ... Düş gücünün kökünü kazımalıyız. Yalnızca ameliyat bunu çözümleyebilir ... yalnızca ameliyat..." (s. 79)
Bin yıldır dünyaya hâkim olan Tek Devlet, sayılar arasında oluşmaya başlayan itiraz ve başkaldırıları önlemek için ise şimdi yeni bir yöntem geliştirmiştir. Bu yöntem ile tüm sayılar ameliyat olacak ve düş gücü hayatlarının sonuna kadar yok olacaktır. Ancak bundan sonra kesin “mutluluğa” kavuşacaklar.
Tek Devlet’i böyle radikal bir karara götüren, tüm yurttaşlarını uysal koyuna çevirmek için ameliyat etmeye iten olay ise topumda artık yeni bir devrim yapmaya yönelik geniş bir talep olmuştu. İlk defa Velinimet’in seçim günü aleyhte oy kullananlar çıkmış, isyan başlamış ve yeni bir devrim kıvılcımı ile ortalık karışmıştı.
D-503 ile E-330 arasında ise son devrim ve sonsuz devri konusunda şöyle bir diyalog geçer:
Son olarak kitapta dikkatimi çeken iki alıntıyı paylaşmak istiyor:
"Kendini antik bir uçakta düşün; irtifayı ölçen alet 5000 metreyi gösteriyor; kanatlardan biri kopuyor ve takla atan bir güvercin gibi aşağıya hızla düşüyorsun; düşerken de program yapıyorsun: "Yarın öğlen on ikiden ikiye kadar şunu yapacağım ... ikiyle altı arası şu olacak ... sonra da bu ... saat altıda akşam yemeği. Gülünç değil mi?” (s. 124)
“İnsanoğlu bir roman gibidir: Son sayfaya gelinceye kadar nasıl biteceğini kimse bilemez. Yoksa okumaya değmezdi ...” (s. 131)
Romanın ana karakterleri: D-503 ve E-330
Romanın ana karakteri D-503’tür. O bir matematikçidir ve İntegral’in yapımcısıdır. İntegral ise Tek Devlet’in yaptığı camdan bir uzay aracıdır. Amaç onu uzaya göndermek ve varsa uzayın diğer bölgelerindeki insanlara ulaşmak. Eğer onlar da eğer Tek Devlet gibi “mutluluğu” yakalayamamışsa, onlara bu mutluluğu götürmektir. D-503 örnek bir sayıdır ve Tek Devlet’in koyduğu tüm kurallara harfiyle uyuyor, hatta zıddını bile yapmak hiçbir zaman aklına gelmez.Bütün bunlar E-330 ile karşılaştığı gün değişecektir. E-330, D-503’ün tam aksi bir karakterdir. Kurallar onun için adeta çiğnenmek için vardır. Eğer Tek Devlet bir şeyi yapma demişse, E-330 onu kesinlikle yapar. Yapın dediği ve kural olarak koyduğu şeyleri ise yapmaz.
E-330 kafasını karıştırınca, romanın ana karakteri eskiden emin olduğu şeylerden artık emin olamaz oldu. Yani her şeyi başlatan bu kadın sayı olur. İlk adımı o atmış, D-503’ün yaşamına girmiş ve kendisine bağlanmasını sağlamıştır. Kafası karışan D-503 ise şöyle der: “Bilgi, yanılmazlığından kesinlikle emin olduğumuzda inançtır. Eskiden, çok sağlam bir inancım vardı, kendimle ilgili her şeyi bildiğime inanıyordum. Oysa şimdi ...” (s. 56)
E-503 aşırı derecede E-330’a karşı hisler beslese de onu anlamaktan çok uzaktır. Onunla ilgili duyguları çılgınlık düzeyine ulaşmış ama hala anlayamıyor. Kurallara göre (yani pembe bilet alıp, gelip onunla geceyi geçirmesi) ona geleceğini düşünüyor. Ancak E-330 her şeyi kuralları bozarak yapmayı seçiyor.
“O akşam beni ziyaret etmesi için pembe kuponu vardı. Odamdaki küçük iç iletişim panosunun önünde durup, tüm sevecenliğim ve kinimle E-330'un gelişini haber vermesi için ona yalvarmaya başladım. Asansörün kapısı tekrar gürültüyle açıldı: Uzun, solgun, esmer, beyaz kadınlar çıktı; her yerde perdeler çekiliyordu. Fakat o burada değildi, gelmedi. Belki de tam şu sırada, saat yirmi ikiyi vurduğunda, ben bunları yazarken o, birinin omzuna yaslanmış, "Beni seviyor musun?" diyordur. Kime? Kim o? İnce parmaklı sayı, kalın dudaklı R-? Ya da S? (s. 75)
Düş gücü, ameliyet ve devrimler sonsuzdur
Peki, Tek Devlet’in “mükemmel” çarkları arasında sorun çıkarmadan çalışan, her kurala harfiyen uyan ve bunun sonucu da mutluluğu yakalayan D-503’ün birden değişmesi, eskisi gibi olamamasının sebebi nedir? Doktorlar kısa bir muayeneden sonra hemen teşhisi koyarlar: Sorun “düş gücü”."Burada ne oluyor? Bir ruh? Bir ruh mu dediniz? Hay aksi! Bu şekilde devam ederseniz yakında kolera salgını gibi olur (yukarıdan bakarak). Size söyledim, düş gücünü yok etmeliyiz ... Düş gücünün kökünü kazımalıyız. Yalnızca ameliyat bunu çözümleyebilir ... yalnızca ameliyat..." (s. 79)
Bin yıldır dünyaya hâkim olan Tek Devlet, sayılar arasında oluşmaya başlayan itiraz ve başkaldırıları önlemek için ise şimdi yeni bir yöntem geliştirmiştir. Bu yöntem ile tüm sayılar ameliyat olacak ve düş gücü hayatlarının sonuna kadar yok olacaktır. Ancak bundan sonra kesin “mutluluğa” kavuşacaklar.
Tek Devlet’i böyle radikal bir karara götüren, tüm yurttaşlarını uysal koyuna çevirmek için ameliyat etmeye iten olay ise topumda artık yeni bir devrim yapmaya yönelik geniş bir talep olmuştu. İlk defa Velinimet’in seçim günü aleyhte oy kullananlar çıkmış, isyan başlamış ve yeni bir devrim kıvılcımı ile ortalık karışmıştı.
D-503 ile E-330 arasında ise son devrim ve sonsuz devri konusunda şöyle bir diyalog geçer:
"Akıl almaz bir şey, çünkü devrim olamaz. Çünkü bizim devrimimiz ... bunu söyleyen benim, sen değilsin ... sonuncuydu. Ve başka hiçbir devrim olamaz. Herkes bilir ki ... "Zaten paragrafın kendisi bu kitabın niye Sovyetler’de basılmadığını, ilk baskısının da İngilizce olarak Amerika’da yapıldığını anlamaya yeter. Düşünün ki yıl 1920, Boşevikler daha devrim yapalı birkaç yıl olmuş, kendilerince en iyi ve en güzel toplumu kurmaya başladıklarını düşünürken, Zamyatin çıkıp son devrim diye bir şey olamayacağını, devrimleri daha başka devrimlerin takip etmesinin kaçınılmaz olduğunu söylüyor. Kimse yaptığı devrim üzerine bir devrim daha istemez.
"Hay Allah, sen bir matematikçisin ... " kaşları alay edercesine üçgenleşti. "Dahası... bir matematikçi olduğun için bir düşünürsün.
Peki, şimdi bana son sayıyı söyle."
"Ne demek istiyorsun?... Anlamıyorum ... Hangi son sayı?"
"Hangisi olacak, en sonuncu, en yüksek, en büyük sayıyı."
"Yapma E-, bu olmayacak bir şey. Sayıların sayısı sonsuz olduğuna göre, hangi son sayıyı istiyorsun?"
"İyi ya, peki sen hangi devrime son devrim diyorsun? Nihai devrim yoktur. Devrimler sonsuzdur. (s. 140)
Son olarak kitapta dikkatimi çeken iki alıntıyı paylaşmak istiyor:
"Kendini antik bir uçakta düşün; irtifayı ölçen alet 5000 metreyi gösteriyor; kanatlardan biri kopuyor ve takla atan bir güvercin gibi aşağıya hızla düşüyorsun; düşerken de program yapıyorsun: "Yarın öğlen on ikiden ikiye kadar şunu yapacağım ... ikiyle altı arası şu olacak ... sonra da bu ... saat altıda akşam yemeği. Gülünç değil mi?” (s. 124)
“İnsanoğlu bir roman gibidir: Son sayfaya gelinceye kadar nasıl biteceğini kimse bilemez. Yoksa okumaya değmezdi ...” (s. 131)
Yevgeni Zamyatin
Biz
Özgün adı: Мы (Türkçe okunuşu: Mı)
İngilizceden çeviren: Füsun Tülek
2. Basım
Ayrıntı Yayınları
İstanbul
1996
180 sayfa.
Elimin altında sıra bekleyen bir kitaptı. Güzel yorum, analiz için teşekkürler
Rica ederim, iyi okumalar
Sanırım çok fazlasıyla tarih içeriyor. Pek benim tarzım değil. Teşekkürler.
Tarihi değil, distopya ve bilim kurgu... Ama 1920'de yazıldığını düşünürsek 100 yıllık bir kitap...
ben de bu kitabı sözünü ettiğin diğerleri ile birlikte okumuştum. önemli tabisidee :)
Zamyatin, Huxley ve Orwell'in kitapları distopyanın ana üç romanını oluşturuyor...
Distopya türündeki bir çok kitabı okudum ancak nedendir bilmem, tüm bu kitaplara örnek olmuş "Biz" i bir türlü okumak için elime alamadım. Bu nitelikli yorumunuz için teşekkürler.
Benim de uzun süre okuyacaklar aasında bekledikten sonra okuma fırsatı bulduğum kitaplardan.