Jose Mauro De Vasconcelos - Şeker Portakalı
Brezilyalı yazar Jose Mauro De Vasconcelos’un hayatından izler taşıyan, beş yaşındaki bir çocuğun gözünden anlatılan bir romandır “Şeker Portakalı”. Fakir bir ailenin üyesi olan Zeze, fakirliklerini, kendisinin de neden yaptığını bilmediği yarmazlıklar sonucu yediği dayakları, beklediği ilgiyi ve onu mutlu eden arkadaşlığı, mutluluğu ve yaşadığı büyük üzüntüyü çocuk gözüyle ve diliyle okura anlatıyor.
Zeze beş yaşında bir çocuk. Brezilya’nın Bangu şehrinde yaşıyor. Ailesi fakir. Özellikle babası işini kaybedince durumları daha da kötüye gider. Annesi artık günün büyük bir bölümünü işte geçirir. Brezilyalı yazar bize hikâyeyi Zeze’nin anlatımıyla veriyor. Zeze aslında çok zeki ve duygusal bir çocuk ama yaramazlıkları ile ün salmıştır. Olaylara da bakış açısı beş yaşındaki bir çocuğun gözüyledir.
Annesinin çamaşır yıkamasını şöyle anlatıyor: “Pek küçükken annemin söylediği bir şarkıyı hatırlıyordum. Güneşten korunmak için başına sardığı bir atkıyla çamaşır teknesinin başındaydı. Beline bir önlük bağlamıştı ve orada saatler boyu, elleri suyun içinde, sabundan bol bol yaptığı köpüklerle oynar dururdu. Sonra çamaşırı sıkar, ipe kadar taşırdı.”
Anlatım bir çocuğun ağzından, yaşına göre ve bakış açısıyla olduğu için bazı kısımları güldürüyor. Örneğin dayısı ile ilgili söyledikleri: “Bana bir sürü şey öğretir o. Şimdiye kadar da topu topu bir kere dövdü, pek sert vurmadı ama.”
Çok çocuklu bir aile olduğu için de Zeze ile ilgilenen pek birisi yoktur. O da kendince eğlence buluyor. Aslında bulduğu bu eğlenceler yaramazlıklara dönüşür. Bunu niçin yaptığını kendisi de bilmiyor. Ablaları ona “Senin vaftiz baban şeytandı” der. O da bunu kabul etmiş ve yaramazlık yaparken hep içindeki şeytanın kendisine bunları yaptırdığını söylüyor. Tabii yaramazlığın sonunda da yediği dayaklar var. Bunları da hak ettiğini düşündüğü için dayağa da çoğu zaman razıdır.
Yaramazlıkları dışında romanın ana karakteri Zeze çok duygusal, zeki ve yeni şeyler öğrenmeyi seven bir çocuktur. Sürekli bilmediği şeyler ile ilgili soru sorar ve çevresini farklı yönlerden irdeler. Ağabeyi Totoca’ya bir gün şöyle sorar:
Romanın başlarında Zeze, babası artık işsiz olduğu için daha ucuz bir eve taşınacaklarını öğrenir. İşte kitaba da ismi verilen şeker portakalı ağacı ile de burada tanışır. Yeni evin bahçesine geldiklerinde abisi ve ablası koşarak her biri bahçedeki bir ağacı alır ve kendisinin olduğunu söyler. Zeze’ye ise sadece arka bahçedeki küçük bir şeker portakalı kalmıştır. İlk önce ağacı beğenmez ama ağacın konuştuğunu görür ve arkadaş olurlar. Artık başında geçenleri hep ona anlatır, ondan da tavsiye dinler.
Bu durum aslında Zeze’nin ne kadar yalnız ve duygulu bir çocuk olduğunu gösteriyor. İlgiye, sevgiye ve arkadaşlığa ihtiyacı vardır. Ailesinden bunu gömüyor ya da koşullar buna uygun değil. İlgi çekmek için yaptığı yaramazlıklar karşısında da ancak dövülüyor.
Noel’de babası hala işsiz olan Zeze hiç hediye almıyor. Noel kutlamasında da yiyecek bir şeyleri yok. Bundan dolayı din ile ilgili görüşleri eleştirmeye başlıyor. Hz. İsa ile ilgili söylediği benzer görüşler kitabın birkaç bölümünde bulunuyor.
Bir de Noel sabahı hediye alamadığı için “Neden fakir babadan doğdum?” diye yakınıyor. Bunu yüksek sesle söylediği için babası duyuyor ve sonra da pişman oluyor.
Bu arada yazar yarı Kızılderilidir. Bundan dolayı romanın ana karakteri Zeze de yarı Kızılderili olmaktan ve annesi Kızılderili olduğu için övünür. Özellikle Zeze’nin annesinin ismi ile yazarın annesinin ismi aynıdır.
“Minguinho, benim şekerportakalı fidanım. Çok sevdiğim günler ona ‘Xururuca’ derim.” diye açıklar Zeze. Minguinho, Zeze’nin en iyi arkadaşı ve sırdaşıdır. Ona her şeyi anlatır. Ancak daha sonra çok iyi bir arkadaşı daha olur. Şehirde hep otomobiliyle gördüğü Manuel Valadares isimli bir Portekizli. Zeze ve daha sonra Portuga lakabı ile hitap edeceği bu iki arkadaşın dostluğu hiç de güzel başlamaz.
Zeze, Portekizlinin arabasının arkasına gizlice binmek isterken yakalanır ve dayak yer. Hatta büyüdüğünde onu öldüreceğini bile söyler. Ancak daha sonra bu iki kişi dünyanın en iyi arkadaşı olurlar. Bir birini çok severler. Zeze ilk defa şeker portakalı ağacı dışında gerçek bir dosta sahip olur. Ona artık yaramazlık yapmayacağı, kötü söz söylemeyeceğine söz verir. Çok mutludur ve artık yalnız değildir.
Çocukların bakış açısıyla anlatılan romanlar ve özellikle de filmler çok ilgi görür. Şeker Portakalı’nın da ün kazanması belki bunun sonucudur.
Romanda bir yandan okur Zeze’nin fakirliği ve yediği dayaklara üzülecek, bir yandan da yaptığı yaramazlıklara eğlenecektir. Ancak bütün okurlar onu saf kalpli ve çok duygusal bir çocuk olarak sevecektir. Zeze’nin ne acıları süreklidir ne de bulduğu yeni arkadaşı ile sınırsız sevinci devamlı olacaktır. Acıları dindiği gibi, mutluluğu da sona erecektir. Her şeyin bir sonu vardır.
Zeze de çocuktur ancak o da bir gün büyüyecektir. Şeker portakalı ağacı da büyüdüğü gibi. İlk çiçeğini açar ve meyve vereceğinin mesajını verir. Yakında Zeze de onun gibi olgunlaşacaktır. Başına gelen bütün olaylar ise ona farklı bir yaşamın kapılarını açacak.
Bir keresinde diğerlerinden faklı olarak, yediği haksız dayak ise ona bu acı sözleri söyletir:
Jose Mauro De Vasconcelos
Şeker Portakalı
Özgün adı: Meu Pé de Laranja Lima
Çev: Aydın Emeç
Can Yayınları
200 sayfa.
Zeze beş yaşında bir çocuk. Brezilya’nın Bangu şehrinde yaşıyor. Ailesi fakir. Özellikle babası işini kaybedince durumları daha da kötüye gider. Annesi artık günün büyük bir bölümünü işte geçirir. Brezilyalı yazar bize hikâyeyi Zeze’nin anlatımıyla veriyor. Zeze aslında çok zeki ve duygusal bir çocuk ama yaramazlıkları ile ün salmıştır. Olaylara da bakış açısı beş yaşındaki bir çocuğun gözüyledir.
Annesinin çamaşır yıkamasını şöyle anlatıyor: “Pek küçükken annemin söylediği bir şarkıyı hatırlıyordum. Güneşten korunmak için başına sardığı bir atkıyla çamaşır teknesinin başındaydı. Beline bir önlük bağlamıştı ve orada saatler boyu, elleri suyun içinde, sabundan bol bol yaptığı köpüklerle oynar dururdu. Sonra çamaşırı sıkar, ipe kadar taşırdı.”
Anlatım bir çocuğun ağzından, yaşına göre ve bakış açısıyla olduğu için bazı kısımları güldürüyor. Örneğin dayısı ile ilgili söyledikleri: “Bana bir sürü şey öğretir o. Şimdiye kadar da topu topu bir kere dövdü, pek sert vurmadı ama.”
Çok çocuklu bir aile olduğu için de Zeze ile ilgilenen pek birisi yoktur. O da kendince eğlence buluyor. Aslında bulduğu bu eğlenceler yaramazlıklara dönüşür. Bunu niçin yaptığını kendisi de bilmiyor. Ablaları ona “Senin vaftiz baban şeytandı” der. O da bunu kabul etmiş ve yaramazlık yaparken hep içindeki şeytanın kendisine bunları yaptırdığını söylüyor. Tabii yaramazlığın sonunda da yediği dayaklar var. Bunları da hak ettiğini düşündüğü için dayağa da çoğu zaman razıdır.
“Seni bu halinle seviyorum işte, küçük kardeşinle uslu uslu oynarken. Böylesi daha iyi değil mi?”
Belki böylesi daha iyiydi ama, ‘Vaftiz Babam’ şeytan, beni avcuna aldı mı, yaramazlık yapmaktan güzel şey olamazdı…”
Yaramazlıkları dışında romanın ana karakteri Zeze çok duygusal, zeki ve yeni şeyler öğrenmeyi seven bir çocuktur. Sürekli bilmediği şeyler ile ilgili soru sorar ve çevresini farklı yönlerden irdeler. Ağabeyi Totoca’ya bir gün şöyle sorar:
“Totoca, çocuklar emekli midirler?”
“Ne?”
“Edmundo Dayı hiçbir iş yapmıyor ama para alıyor. Yani çalışmıyor ama belediye ona her ay para ödüyor.”
“Bunda şaşılacak ne var?”
“Çocuklar da bir şey yapmıyorlar; yemek yiyorlar, uyuyorlar, sonra da analarıyla babalarından para alıyorlar.”
Romanın başlarında Zeze, babası artık işsiz olduğu için daha ucuz bir eve taşınacaklarını öğrenir. İşte kitaba da ismi verilen şeker portakalı ağacı ile de burada tanışır. Yeni evin bahçesine geldiklerinde abisi ve ablası koşarak her biri bahçedeki bir ağacı alır ve kendisinin olduğunu söyler. Zeze’ye ise sadece arka bahçedeki küçük bir şeker portakalı kalmıştır. İlk önce ağacı beğenmez ama ağacın konuştuğunu görür ve arkadaş olurlar. Artık başında geçenleri hep ona anlatır, ondan da tavsiye dinler.
Bu durum aslında Zeze’nin ne kadar yalnız ve duygulu bir çocuk olduğunu gösteriyor. İlgiye, sevgiye ve arkadaşlığa ihtiyacı vardır. Ailesinden bunu gömüyor ya da koşullar buna uygun değil. İlgi çekmek için yaptığı yaramazlıklar karşısında da ancak dövülüyor.
Noel’de babası hala işsiz olan Zeze hiç hediye almıyor. Noel kutlamasında da yiyecek bir şeyleri yok. Bundan dolayı din ile ilgili görüşleri eleştirmeye başlıyor. Hz. İsa ile ilgili söylediği benzer görüşler kitabın birkaç bölümünde bulunuyor.
“Bu nedenle, küçük İsa’nın, yalnızca iş olsun diye yoksul doğmak istediğini düşünüyorum. Sonra da, yalnızca zenginlerin zahmete değdiğini görmüştü… Neyse, bırakalım bunları. Belki söylediklerim çok günah.”
Bir de Noel sabahı hediye alamadığı için “Neden fakir babadan doğdum?” diye yakınıyor. Bunu yüksek sesle söylediği için babası duyuyor ve sonra da pişman oluyor.
Bu arada yazar yarı Kızılderilidir. Bundan dolayı romanın ana karakteri Zeze de yarı Kızılderili olmaktan ve annesi Kızılderili olduğu için övünür. Özellikle Zeze’nin annesinin ismi ile yazarın annesinin ismi aynıdır.
“Glória, babamın adını ve soyadını söyledi. Sıra anneme gelince, yalnız şöyle dedi: “Estefânia de Vasconcelos.”
Dayanamadım ve sessiz durmam gerektiğini unuttum:
“Estefânia Pinagé de Vasconcelos.”
“Nasıl?”
Glória, kızarmıştı.
“Pinagé!” diye yineledim. “Annem bir Kızılderili ailesindendir.”
Bununla göğsüm kabarıyordu, çünkü okulda Kızılderili adı taşıyan tek çocuk ben olmalıydım.”
“Minguinho, benim şekerportakalı fidanım. Çok sevdiğim günler ona ‘Xururuca’ derim.” diye açıklar Zeze. Minguinho, Zeze’nin en iyi arkadaşı ve sırdaşıdır. Ona her şeyi anlatır. Ancak daha sonra çok iyi bir arkadaşı daha olur. Şehirde hep otomobiliyle gördüğü Manuel Valadares isimli bir Portekizli. Zeze ve daha sonra Portuga lakabı ile hitap edeceği bu iki arkadaşın dostluğu hiç de güzel başlamaz.
Zeze, Portekizlinin arabasının arkasına gizlice binmek isterken yakalanır ve dayak yer. Hatta büyüdüğünde onu öldüreceğini bile söyler. Ancak daha sonra bu iki kişi dünyanın en iyi arkadaşı olurlar. Bir birini çok severler. Zeze ilk defa şeker portakalı ağacı dışında gerçek bir dosta sahip olur. Ona artık yaramazlık yapmayacağı, kötü söz söylemeyeceğine söz verir. Çok mutludur ve artık yalnız değildir.
Çocukların bakış açısıyla anlatılan romanlar ve özellikle de filmler çok ilgi görür. Şeker Portakalı’nın da ün kazanması belki bunun sonucudur.
Romanda bir yandan okur Zeze’nin fakirliği ve yediği dayaklara üzülecek, bir yandan da yaptığı yaramazlıklara eğlenecektir. Ancak bütün okurlar onu saf kalpli ve çok duygusal bir çocuk olarak sevecektir. Zeze’nin ne acıları süreklidir ne de bulduğu yeni arkadaşı ile sınırsız sevinci devamlı olacaktır. Acıları dindiği gibi, mutluluğu da sona erecektir. Her şeyin bir sonu vardır.
Zeze de çocuktur ancak o da bir gün büyüyecektir. Şeker portakalı ağacı da büyüdüğü gibi. İlk çiçeğini açar ve meyve vereceğinin mesajını verir. Yakında Zeze de onun gibi olgunlaşacaktır. Başına gelen bütün olaylar ise ona farklı bir yaşamın kapılarını açacak.
Bir keresinde diğerlerinden faklı olarak, yediği haksız dayak ise ona bu acı sözleri söyletir:
“Suskunluğum Glória’yı meraka düşürüyordu. Artist resimlerini, bilye torbamı yanıma koyuyordu; çoğu kez bunlara elimi bile sürmüyordum. Ne sinemaya gitmek istediğim vardı, ne de boyacı sandığımla yola koyulmak. Gerçek olan, acımasız bir biçimde nedenini bilmeden dayak yiyen küçücük bir hayvan olarak iç yaramı bir türlü geçirmeyi başaramadığımdı.”
Jose Mauro De Vasconcelos
Şeker Portakalı
Özgün adı: Meu Pé de Laranja Lima
Çev: Aydın Emeç
Can Yayınları
200 sayfa.
Şeker portakalı okuyalı uzun zaman olsa da zihnimin bir yerinde kalan kitaplardan. Emeğinize sağlık:)
Teşekkürler...
Okuma listemde olan ve bir türlü elime alamadığım kitap. Seriyi tamamladım, sadece okuması kaldı. Bu ay okuyabilirim umarım. Çok merak ettiğim bir seri.
İyi okumalar dilerim.