L. N. Tolstoy - İvan İlyiç'in Ölümü
Tolstoy'un portresi. |
Ünlü psikolog Jordan Peterson, Dostoyevski’nin eserlerinde psikolojinin derinliklerine indiğini söylerken, Tolstoy’un da daha çok “sosyolog” olduğunu vurguluyor. Bu da Lev Nikolayeviç Tolstoy’un toplumu, insanı, sosyolojik hayatı iyi gözlemleyip incelemiş ve eserlerine de bunu yansıtmış olduğunu gösteriyor.
Tolstoy’un İvan İlyiç'in Ölümü novellası da (Rusça povest, uzun öykü/kısa roman) toplumun ayrılmaz bir parçası olan bir kavramı işliyor: ölüm. Ölüm toplumun her gün yüzleştiği bir gerçekliktir. Tolstoy’un kendi ifadesiyle de bu eser sıradan bir insanın sıradan ölümünün kendi gözünden anlatımıdır.
Kitap, Rusya’da bir mahkemede hâkim olarak çalışan İvan İlyiç’in ölüm haberinin meslektaşlarına ulaşması ile başlıyor. Ölüm çok üzücü haberdir. Birçokları buna üzülür. Bazıları için ise ölümün sevindirici yanı vardır. Ölüden kendisine yüklü miras kalacaklar, ölünün mevkiine göz dikenler için ise bir ölüm haberi umut vaat eder, iyi bir haber demektir. Tolstoy da burada ölümün iki yönüne dikkat çekiyor. Çünkü haber çalışma arkadaşlarına ulaşınca hepsi ilk iş olarak kimin onun yerini alacağı, kimin bu değişiklikle terfi alacağı, kimin hangi göreve geleceği ile ilgili düşüncelere dalıyorlar.
“İvan İlyiç orada toplanmış hukukçuların arkadaşıydı, hepsi de severdi onu. Birkaç haftadır hasta olan İvan İlyiç’in hastalığının onulmaz olduğu söyleniyordu. Koltuğunu henüz boşaltmamıştı, ama ölmesi durumunda yerine Alekseyev’in, Alekseyev’den boşalacak koltuğa ise Vinnikov’un ya da Ştabel’in atanmaları söz konusuydu. Dolayısıyla İvan İlyiç’in öldüğünü duyduklarında odada toplanmış bayların hepsinin aklına, bu ölümün mahkeme üyesi olarak kendilerinin ya da tanıdıklarının yükselmeleri ya da yer değiştirmeleri açısından nasıl bir etkide bulunabileceği geldi.” (s. 1)
Zaten karısı da ilk iş olarak eşinin ölmesinden dolayı devletten nasıl daha fazla aylık alabileceğini, ölüden ne kadar para kaldığı gibi şeyleri düşünüyor. Evini ve cenazeyi ziyaret eden en yakın arkadaşı bile kısa bir ziyaretten sonra nasıl buradan kurtulup arkadaşlarla oyun oynamaya gidebilirim derdindedir. Çünkü hayat devam ediyor. Kimse ölümü düşünmüyor, ölen kendisi değildir.
“Bu ölüm, geride kalanlarda bir yandan memuriyetle ilgili olası yükselme, yer değiştirme hesaplarına yol açarken, bir yandan da ölenin yakın bir dost olduğu durumlarda hemen hep olduğu gibi “ölen ben değilim, o” duygusundan kaynaklanan bir sevinç de yaratmıştı.” (s. 3)
Buraya kadar Tolstoy olayları çevredekilerin gözüyle anlatıyor. Ölen İvan İlyiç'in arkadaşları, tanıdıkları ve ailesinin açısından dinliyoruz bu olayları. Bundan sonrasını ise yazar İvan İlyiç'in açısından anlatıyor. Çocukluğu, gençliği, çalışmaya başlaması, evlenmesi ve en sonda da ölümüne götüren acı ve hastalıklı günleri.
Genç birisi olarak İvan İlyiç hala hayat dolu ve geleceğe ümitle bakan birisidir. Okur, çalışmaya başlar ve mahkemede önemli görevlerde bulunur. En kısa sürede de çok seçici davranmadan evlenir. Evliliğinin ilk yılları ve ilk sıkıntılarını Tolstoy şöyle anlatıyor:
“Evlilik yaşamının Praskovya Fyodorovna’nın gebeliğine kadar olan ilk dönemi, karı koca oynaşmaları, yeni mobilyalar, yeni mutfak gereçleri, yeni çamaşırlar arasında bayağı güzel geçti; o kadar ki, İvan İlyiç evliliğin tasasız, hafif, hoş, neşeli, eşlerin birbirine karşı hep kibar davrandığı, hem toplumca onaylanan, hem de İvan İlyiç’in kendine tümüyle uygun bulduğu bir yaşamı altüst etmek şurada dursun, onu daha da derinleştirdiğini, güçlendirdiğini düşünmeye başladı. Ne var ki karısının gebeliğinin ilk aylarından başlayarak hayatlarına yeni ve beklenmedik bir tatsızlık girdi; bu ağır ve kaba durumdan kurtulmak da mümkün değildi. İvan İlyiç’e göre karısı olur olmaz nedenlerle, -kendi ifadesiyle “de gaite de coeur,” tatsızlıklar çıkarmaya, güzel, inceliklerle dolu yaşamlarının tadını kaçırmaya başladı. Ortada hiçbir neden yokken İvan İlyiç’i kıskanıyor ondan aşırı ilgi, okşayış bekliyor; olur olmaz şeylerden sorun çıkarıp, kaba, tatsız sahneler yaratıyordu.” (s. 19)
Evliliğinin ilk ve güzel günlerinin geçip de eşi ile tartışmalar yaşandıkça, bu huzursuzluklardan kurtulmanın yollarını arar. Evden uzaklaşarak işe odaklanmak gibi bir çözüm bulur. Geliştirdiği yöntem de şöyledir:
“İvan İlyiç de böyle bir yöntem geliştirdi. Evlilik hayatından tüm beklentisi ev yemeği, ev kadını (ve elbette onunla paylaşılacak yatak), ama özellikle toplumun dayattığı o geleneksel görüntüydü. Bunların ötesinde tek istediği neşe ve hoşluktu; bunları bulabildiğinde kendini mutlu hissediyor, dirençle, dırdırla karşılaştığındaysa, hemen işini merkez alarak yarattığı özel dünyaya çekiliyor ve kendini mutlu edecek hoşluğu, neşeyi burada buluyordu.” (s. 21)
Evlilikle ilgili sıkıntılara bir ara işsiz kalması da eklenir. Ancak bu uzun sürmez. Belli bir süre sonra hem istediği hem de iyi maaşı olan hâkimlik görevini alır. Artık bu aynı zamanda hayatında bir dönüm noktası olur. İyi bir ev bulur, kendisi güzel bir şekilde kendisi döşer. Zengin olmasalar da zenginlere özenerek onlar gibi yaşamaya başlarlar. Çünkü ona göre artık hayatının en iyi günleri başlamıştır. Bilmediği şey ise sonunun geldiği ve ölüme adım adım yaklaştığıdır. Bunu daha sonra ölüm döşeğindeyken anlar.
Evi döşerken perdeyi kendim asayım der, düşer ve böğrünü çarpar. Bu küçük ve önemsiz olay da daha sonra hastalığının başlangıcı olur. Doktorlara gider, çok tedaviyi dener ancak bir sonuç alamaz. Hep iyileşeceğini düşünerek günleri geçerken bir gün sonunda anlar.
“Birden o eski, inatçı acıyı hissetti derinlerinde. Ağzında da yine o iğrenç tat vardı. Yüreği kabardı, zihni karıştı. “Tanrım, Tanrım! Yine, yine başladı! Hiç bitmeyecek bu!” Birden bambaşka bir açıdan görmeye başladı her şeyi. “Körbağırsakmış, böbrekmiş... bunlarla hiç ilgisi yok! Yaşam ve... ölüm! İşte o kadar! Yaşıyordum... bir yaşamım vardı, ama şimdi usulca elimden kayıyor ve ben onu tutamıyorum. Evet. Ne diye kendimi aldatayım? Benden başka herkes bilmiyor mu ölmekte olduğumu sanki... Bu hafta mı, gelecek hafta mı; bugün mü yarın mı? Sorun bundan ibaret! Belki de bugün, şimdi! Az önce aydınlıktı ortalık, şu anda karanlık. Şimdi buradayım, az sonra orada olacağım. İyi de orası neresi?” Bir anda buz gibi oldu, soluğu kesildi. Yalnız kalbinin atışını duyuyordu.” (s. 45-46)
İşte bu andan sonra İvan İlyiç olaylara, acısına, hastalığına farklı bakmaya başlar. Bu andan sonra çevresinin, arkadaşlarının, ailesinin de kendisine farklı baktığını anlar. Hepsi artık ona sonu gelmiş, ölüme doğru giden insan gözüyle bakmaya başlarlar. Artık ölmüş biri olarak görüyorlar. Kimisi ölse de kurtulsak, ölse de artık bize bu acıyı yaşatmasa diye düşünmeye başlar. Bu durum çevresinin davranışlarına da yansır.
İvan İlyiç de bunu anlayınca ailesine farklı davranmaya başlar. Hırçınlaşır, terslemeye başlar. Bazen de iyileşeceğini düşünerek bir umuda kapılır. Sonra yine artık ölümün yaklaştığını anlar ve sorgulamaya başlar.
“Niçin?” diye sordu kendi kendine. “Aman ne fark eder ki? Ölüm! Evet, ölüm! Hiçbiri bilmiyor, bilmek de istemiyor; acımıyor bile. Vur patlasın çal oynasın! (Kapının ardından gelen uzak ezgilere, şen şakrak seslere kulak verdi.) Umurlarında değil, oysa onlar da ölecek. Ne aptalca. Önce ben öleceğim, onlar daha sonra, ama onların da başına aynı şey gelecek. Oysa onlar gülüp eğleniyor. Aşağılık yaratıklar!” Öfkesinden neredeyse tıkanacaktı. Dayanamıyor, soluk alamıyordu. Herkesin bu kahredici korkuyu sürekli yaşamaya mahkûm olması mümkün değildi.” (s. 46)
“Acı bir an bile soluk aldırmadan eziyete devam ediyordu; yaşamın dönmemecesine geçip gittiğini bilmesine karşın yaşama duygusu içinde varlığını hep sürdürüyordu; hayatının tek gerçeğine dönüşen, o korkunç ölüm duygusu ve o malum yalan olduğu gibi duruyordu. Günlerin, haftaların, saatlerin ne hükmü olabilirdi burada?” (s. 59)
Tolstoy bu eserini inanç konusunda geçirdiği dönüşümden sonra yazmıştır. İşlediği konu olan ölüm de her ne kadar herkesin bildiği, çevremizde her an olan ve yaşanan bir şey olsa da hiç kimsenin düşünmediği, aklına getirmediği ve düşünmemeyi tercih ettiği bir konu.
Zaten Tolstoy’un eserinin ana karakteri İvan İlyiç de tam hayatında zirveye tırmandığını düşündüğü bir andan aslında yokuş aşağı sona doğru, ölüme doğru koştuğunun farkında değildi.
“O ruhsuz işi, para hırsı, bir, on, yirmi yıl hep aynı şey... Gitgide artan bir ruhsuzluk! “Tepeye tırmandığımı zannederken aslında bayır aşağı koşmak. Tam böyleydi durum. İnsanların gözünde giderek yükselirken, aynı anda hayat da benden o kadar eksiliyor, ayaklarımın altından çekilip gidiyordu. Madem öyle, ölmeye hazır ol!” (s. 71)
Lev Nikolayeviç Tolstoy
İvan İlyiç'in Ölümü
Özgün adı: Смерть Ивана Ильича
Çev: Mazlum Beyhan
Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları
İstanbul
2014
83 sayfa.
Defalarca okuduğum bir kitap. Güzel tanıtımınız için teşekkürler.
Rica ederim, iyi okumalar
Çok güzel bir tanıtım olmuş gerçekten. Listemde olan ama henüz sıra gelmeyen kitaplardan. Ön sıralara alsam iyi olacak sanırım. :)
Teşekkürler, iyi okumalar
Tostloy Bence Her 13 ve 18 yaş grubuna mutlaka okutulmalı .Okullardaki yerini almalı.
Bizim ülkemizde klasiklerin okutumlası bir yuk olarak görünüyor.Üzülüyorum
Çok doğru. Bence hem Tolstoy hem de diğer klasikler okunmalı ve okutulmalı.