Molla Fenari - Fatiha Tefsiri (Özet ve Kitap Yorumu)

Molla Fenari - Fatiha Tefsiri (Özet ve Kitap Yorumu)

İslam'ın özü olarak kabul edilen ve günde defalarca okuduğumuz Fatiha Suresi, Müslümanlar için büyük bir öneme sahiptir. Osmanlı döneminin önemli alimlerinden Molla Fenari'nin "Fatiha Tefsiri" kitabı, bu mübarek surenin derinliklerine inerek, sadece zahiri anlamını değil, aynı zamanda batıni ve tasavvufi boyutlarını da ele alıyor ve okuyucuya yeni bir bakış açısı sunuyor. Bu eser, Fatiha Suresi'nin yedi ayetini farklı açılardan yorumlayarak, okuyucunun surenin anlamını daha iyi kavramasına yardımcı oluyor. Bu yazıda, Molla Fenari'nin bu önemli eserini özetleyerek, dikkat çeken alıntıları paylaşıyorum. 

Molla Fenari’nin “Fatiha Tefsiri” kitabına geçmeden önce Molla Fenari’nin kim olduğuna ve bu tefsirin nasıl yazıldığına bakalım.


Molla Fenari kimdir?

Molla Fenarî olarak tanınan, Şemseddin Muhammed Bin Hamza El-Fenârî (1350 – 1431), müftülük, kadılık ve müderrislik yapmıştır. II. Murad Han tarafından Osmanlı Devleti’nin ilk Şeyhülislâmlığı makamına getirilmiştir. Molla Fenârî diye tanınmıştır. Yüzden fazla eser kaleme almış, fakat eserlerinin çoğu müsvedde olarak kalmıştır. Aynü’l-A’yân adlı Fâtiha Sûresi Tefsiri en meşhur eserlerindendir.

Molla Fenari ve  Fatiha Tefsiri kitabından bahsederken karşımıza bir de Somuncu Baba adıyla bilinen Şeyh Hâmid-i Veli de çıkıyor. Çünkü Molla Fenari, Somuncu Baba’nın Fatiha suresi ile ilgili hutbede yaptığı açıklamalarından da istifade ettiğini, bu kitabı yazarken karşısına çıkan zorlukları aşmasına yardım ettiğini belirtir. 

Somuncu Baba, Fâtiha Sûresinin manevî sırlarını Bursa Ulu Camii minberinde öyle açıklar ki, herkes hayran kalır. Yedi türlü tasavvufî yorumlarla yapılan tefsirle Fâtiha Sûresi ile ilgili Molla Fenârî’nin bir kısım müşkülleri halledilir. Birinci tefsirini bütün cemaat anlar, ikinci tefsirini cemaatin bir kısmı anlar, üçüncü tefsirini ise anlayanlar pek az kimselerdir. Dördüncü ve sonraki yorumlarını ise pek anlayan olmaz. (s. 14)

TRT’nin hazırladığı Aşkın Yolculuğu: Hacı Bayram-ı Veli dizisinin 22. Bölümü (ilk 20 dakikası) Bursa Ulu Camii’nin açılışı,  Somuncu Baba’nın hutbesi, Fatiha suresi tefsiri yapması, Molla Fenari’nin bu tefsirle ilgili söyledikleri ile ilgili bu anlattıklarımızı ekrana taşımıştı:


İşte Somuncu Baba Hazretlerinin kelamları birer gül demeti olarak Molla Fenârî Hazretleri tarafından bu kitabın satırlarına serpiştirilmiştir. Zaten bundan sonra da Molla Fenari de Somuncu Baba’nın müritlerinden biri olur.  O zaman, Somuncu Baba kimdir?


Somuncu Baba kimdir?

Somuncu Baba adıyla bilinen Şeyh Hâmid-i Veli  (1331 – 1412) Osmanlı Devleti'nin kuruluş döneminde yaşamış önemli bir mutasavvıf ve İslam âlimidir. Asıl adı Hamîdüddin veya Hâmid-i Veli'dir. "Somuncu Baba" lakabı, halk arasında mütevazı bir yaşam sürdürürken fırınında somun (ekmek) pişirip dağıtmasından gelir. 24. kuşaktan Peygamber Efendimiz(sav)’in torunudur.

Şeyh Hamid-i Veli Hazretlerinin Zikir Risalesi, Silah’ül-Müridîn ve Hadis-i Erbaîn adında yazılı üç eseri vardır.


Molla Fenari’nin “Fatiha Tefsiri” üzerine bir inceleme

Molla Fenari’nin “Fatiha Tefsiri” ya da asıl adıyla “Aynü’l-A’yân” (Türkçesi Gözdelerin Gözü) isimli bu eseri, Kur’an’ın ilk suresini ayrıntılı olarak ele alıyor. Arapça olarak kaleme alınan bu eseri Prof. Dr. Ali Akpınar, hem Türkçe’ye çevirmiş hem de sadeleştirmiştir. 

Akpınar, Fenârî’nin Aynü’l-Â’yân Tefsiru Sûreti’l-Fâtiha adlı eserini Türkçe’ye çevirirken esas aldığı nüshanın “1325’te Derseâdet Rifat Bey Matbaasında birinci baskı olarak basılan eser olup 376 sayfa” olduğunu belirtir. Akpınar, söz konusu sadeleştirmeyi neden yaptığını ve nasıl bir yol izlediğini şöyle açıklıyor:

“Bu eserlerde Kur’ân’ın tefsiri yanında, onun tefsirine yardımcı olan ve bilinmesi gereken sarf-nahiv, belağat, kıraat, fıkhî-kelâmî-felsefî tartışmalar, görüş sahiplerinin isimleri ve rivâyetler gibi pek çok konuda çeşitli bilgiler de yer almaktadır. Biz böyle kapsamlı çalışmaları okurken, Kur’ân’ın tefsirinin net olarak ortaya çıkması için bu yan bilgilerden arındırılmış tefsirler hayal ederdik ki, elinizdeki çalışmada böyle bir tefsiri ortaya koymaya çalıştık. Nasıl bir kısaltma olduğunu ifade eder.” (Akpınar, s. 30)

Prof. Akpınar’ın bu çalışmsı Nasihat Yayınları tarafından basılmış ve yayınevinin sitesinden e-kitap formatında da indirilip okunabilir. Bunun için yayınevine ayrıca teşekkür etmek istiyorum.

Bakınız: Molla Fenari’nin Fatiha Tefsiri PDF Ücretsiz İndir 

Eser iki bölümden oluşuyor: 

  • Birinci bölüm, tefsir ilmi, tanımı, tefsire duyulan ihtiyaç, tefsirin konusu, Kur’ân’ın tanımı, hükümleri, tesbiti, isimleri, sûreleri, âyetleri ve harfleri gibi konulardan oluşur. 
  • İkinci bölüm ise Fâtiha Sûresi tefsirine ayrılmıştır.


Fatiha suresi ile ilgili önemli açıklamalar

Molla Fenari kitapta Fatiha suresi ile ilgili farklı yorumlar ve bilgileri aktarıyor. Ayrıca surenin yedi ayetinin tek tek, zaman zaman da sözcük sözcük ele alarak açıklıyor, sorumluyor, tefsirini yapıyor ve çeşitli önemli bilgileri aktarıyor. Kitabın girişinde ise Fatiha suresi ile ilgili şöyle önemli bir bilgi var ki bu daha sonra Molla Fenari tarafından da farklı şekilde aktarılıyor. 

Somuncu Baba Hazretleri Kırk Hadis Risalesinin 13. hadisinde Fâtiha ile ilgili bir hadis-i şerifi şöyle zikreder: 

“(Allahu Teâlâ) ‘Namazı kulumla aramda ikiye taksim ettim. Yarısı bana, yarısı da kulumadır. Kuluma dilediği verilecektir.’ (buyurmuştur). Bir kul namazda ‘Bütün hamd ve senâ âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur.’ dediği zaman, Allahu Teâlâ ‘Kulum bana hamd etti.’ buyurur. Kul ‘O, Rahman ve Rahîm’dir.’ dediğinde, ‘Kulum bana sena etti.’ buyurur. Kul ‘Hesap ve ceza gününün hâkimidir.’ dediğinde, Allahu Teâlâ ‘Kulum beni ta’zim etti.’ buyurur. Kul: ‘Biz yalnız sana ibadet eder ve yalnız senden yardım dileriz.’ deyince, ‘Bu iş benimle kulum arasındadır (ibadet bana, yardım da kuluma aittir, kulumun istediği verilecektir.)’ buyurur. ‘Bizi dosdoğru yola ilet, kendilerine nimet verdiklerinin yoluna, gazaba uğrayanların ve sapıklarınkine değil.’ dediğinde de: ‘Bu dilek kula aittir. Ona istediği verilecektir.’, buyurur.” (Muslim, Salât, 11) (s. 13)

Ali Akpınar ise Kur’an’ın farklı şekilde tefsir edilmesini, bu ilahi kitabın bir zahiri bir de batını anlamların olduğu şeklinde açıklıyor. Şöyle diyor: 

“İşârî Tefsir, yalnız sülûk erbabına açılan ve zahir mana ile bağdaştırılması mümkün olan birtakım gizli anlam ve işaretlere göre Kur’ân’ın tefsiridir. İlk anda akla gelmeyen, fakat âyetin işaretinden kalbe doğan manalar söz konusudur, bu çeşit tefsirde. Daha açık ifadeyle; Allahu Teâlâ’nın görüş ufuklarını aydınlatması ile Kur’ân’ın sırlarına vakıf olan yahut Cenab-ı Hakk’ın ilham ve fetih yolu ile zihinlerine ince /dakik manalar ilkâ ettiği sülûk ve mücahede erbabı ilim ehli kişilerin, zahirine uygun düşecek şekilde, ama zahiri manasının dışında Kur’ân’ı tefsir etmesidir.” (Ali Akpınar, s. 19)

Ardından ise Molla Fenari’nin Fatiha suresi tefsirinde nasıl bir yol izlediği ile ilgili şu açıklaması var: 

Fenârî’nin hazırladığı Fâtiha Sûresi tefsirinde de sûre çok farklı açılardan ele alınmış ve bu açıklamaların bir kısmı ancak erbabının anlayabileceği açıklamalardır. Müfessir, tefsirinde önce sûre hakkında genel bilgiler verir. Sûrenin indiği yer, iniş sebebi, isimleri ve fazileti gibi konularda açıklamalar yapar. Ardından sûrenin her âyetini tek tek ele alır. âyetle ilgili kıraat ve irab bilgilerini verir. Âyetteki kelime ve kavramların açıklamalarını yapar, Kur’ân’daki kullanımlarını örnekleriyle açıklar. Sonra bazı faydalı bilgiler, âyetle ilgili bazı hükümler, âyetin tefsiri, bazı hakikatler, marifetler, hatırlatmalar ve latifeler peş peşe gelir. Bunlar, çoğu zaman birbirinin içinde onlarca maddeyi bulabilir. (Ali Akpınar, s. 29) 

Fenârî’nin Fâtiha Sûresi tefsiri, bir bakıma Anadolu’da İşârî tefsirin büyük temsilcisi olan Sadreddin Konevî’nin Fâtiha Sûresi tefsirinin şerhi mesabesindedir. Ancak Fenârî’nin tefsiri çok daha kapsamlı ve zengin muhtevalıdır. (Ali Akpınar, s. 29) 

Molla Fenari - Fatiha Tefsiri (Özet ve Kitap Yorumu)



Molla Fenari, Fatiha suresi tefsiri özet ve okuma notları

Molla Fenari, Fatiha suresi tefsirine başlarken Kur’an’ın zahiri ve batıni anlamları ile ilgili bir açıklayama yapıyor.

“Bir hadiste şöyle buyurulmuştur: “Kur’ân yedi harf üzere indirilmiştir. Ondaki her âyetin bir zahrı, bir batnı, her bir haddin bir matlaı vardır.” Bu rivâyeti şöyle açıklamak mümkündür: Onun zahrı lafzı; batnı ise yorumudur. Dinleyicinin ilk anda vakıf olacağı sırf Arapça bilgi ile anlaşılan hakiki manalar onun zahrı, seleften rivâyet edilen yorumsal manaları ise onun batnıdır. Zahr, batn, hadd, matla’ lafzın açık ve gizli manalarına dair isimlerdir. Hissedilen manaların açığa çıkması zahiri, manaların ruhu ise batınıdır. Matla’ ve hadd ise daha öte manalar ve sırlardır.” (s. 37)

Molla Fenri daha sonra Kur’an’ı en iyi anlayan isimleri sıralar:

Sahâbenin önde gelen müfessirleri en başta Hz. Ali, ardından Abdullah b. Abbas’tır. Ona Peygamberimiz “Allah’ım! Dinde onu anlayış sahibi kıl!” diye dua etmiştir. İbn Mesûd da onun için “Abdullah b. Abbas, Kur’ân’ın ne güzel tercümanıdır.” demiştir. Ondan sonra Abdullah b. Mesûd, Übey b. Ka’b, Zeyd b. Sâbit, Abdullah b. Amr gelir. Allah hepsinden razı olsun. (s. 38)


Fatiha tefrisinden alıntılar

“And olsun ki, sana daima tekrarlanan yedi âyetli Fâtiha’yı ve Kur’ân-ı Azîm’i verdik.” Âyette geçen “tekrarlanan yedi”den (seb’u’l-mesânî) maksat Fâtiha Sûresidir. Namazlardaki okumalarda tekrarlandığı için yahut Cenab-ı Hakk’a sena ve övgüler içerdiği için bu ismi almıştır. Übey b. Ka’b’ın rivâyet ettiği bir hadiste Pey-gamberimiz(sav) şöyle buyurmuştur: “Canımı kudret elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, Tevrat’ta, İncil’de, Zebur’da ve Kur’ân’da onun gibisi indirilmemiştir.” (s. 48)

Bir defasında Vahiy Meleği Peygamberimize şöyle demiştir: “Seni iki nur ile müjdelerim ki, onlar senden önce başka bir nebiye verilmemiştir. Onlardan biri Fâtiha Sûresi, ikincisi ise Bakara Sûresinin son âyetleridir. Bunları okuyan kimsenin duaları-na mutlaka icabet edilir.” (s. 50)

Fâtiha Sûresi ile ilgili farklı görüşler vardır. Şöyle ki, o hem Mekkî hem de Medenî’dir. Bir kere Mekke’de, bir kere de Medine’de inmiştir. Onun iki kere inmiş olması, onun yüceliğini gösterir ve bu onu iyice zihinlere yerleştirme hedefine yöneliktir. (s. 59)

Molla Fenari, Fatiha tefsirine daha sonra Euzü’nün açıklaması ve  İstiâze ile ilgili yorumları ile devm eder.


Euzü yani İstiâze Hakkında Bir Hadis

İki adam Peygamberimizin yanında birbirlerine sövdüler. Efendimiz onlara şöyle dedi: “Ben bir kelime biliyorum, onu bir kimse söylese bu kızgınlık ondan gider. O kelime Eûzü bi’llâh cümlesidir.” Peygamberimizin bu sözü Rabbimizin şu âyetiyle uyuşmaktadır: “Allah’a karşı gelmekten sakınanlar, şeytan tarafından bir vesveseye uğrayınca, Allah’ı anarlar ve hemen gerçeği görürler.” “Kim sabahleyin üç kere ‘Eûzü bi’llahi mine’ş-şeytani’r-racîm’ der, ardından Haşr Sûresinin son üç âyetini okursa, Cenab-ı Hak ona yetmiş bin meleği vekil kılar, akşama kadar ona dua ederler. O kişi ölecek olsa şehit sevabına nail olur. Akşamleyin aynı şekilde okuyan kimse için de durum aynıdır.”90 (s. 66)


Besmele ile ilgili notlar

Denildi ki: “Dört Kitaptaki tüm ilimler Kur’ân’da, Kur’ân’daki tüm ilimler Fâtiha’da, Fâtiha’daki tüm ilimler Besmelede, Besmeledeki tüm ilimler de başındaki noktada gizlenmiştir.” Çünkü bütün ilimler kulun Rabbine ulaşması içindir. (s. 68)

İbn Abbas şunları söylemiştir: “Besmele, Kur’ân’ın anahtarıdır. Besmele, Levh-i Mahfûz’da Kalem’in yazdığı ilk cümledir. Yüce Allah’ın, Âdem’e indirdiği ilk kelamdır.” (s. 69)


Besmele âyet midir?

Bu konuda pek çok tartışma yapılmıştır. Konuyla ilgili görüşlerin özeti şudur: Besmele, Kur’ân’dan müstakil bir âyettir. Ancak o, ne Fâtiha Sûresinin ve ne de diğer sûrelerden birinin ilk âyeti değildir. Besmele, sûrelerin arasını ayırmak ve sûreye bereket umarak başlamak için Kur’ân’a konulmuştur. Eûzü ile başlayıp Besmele ile devam etmekteki hikmet, Yüce Allah dışındaki tüm her şeyden uzaklaşıp her şeyiyle O’na yönelmektir. (s. 69)


Besmeledeki Allah’ın Rahman ve Rahim isimlerinin farkı

“Rahman, dünyada mü’min kâfir herkese rahmetiyle muamele eden; Rahîm ise ahrette yalnızca mü’minlere rahmet edecek olandır. Dolayısıyla Rahmân, Rahîm’e göre daha kapsamlıdır.” (s. 70)

“Bismillah… cümlesi, “Allah’ın adıyla okurum” takdirindedir. “Doğrudan Allah ile” anlamına “billah” denilmeyip “Allah’ın ismiyle” anlamına “Bismillah” denilmesi, O’nun ismiyle yardım dilemeye işaret içindir. Nitekim âyette “En güzel isimler Allah’ındır, o halde o isimlerle dua edin” buyurulmuştur.” (s. 70)

“Hz. Ali, şöyle der: “Bismillah, zorlukları kolaylaştırır, şerlerden korur, gönüllerdeki hastalıklara şifa verir, kıyamet gününde de güvene çıkarır.” (s. 71)

Peygamberimiz (sav) Fâtiha Sûresinin yedi âyet olduğunu haber vermiştir. Buna göre Besmele Fâtiha’nın birinci âyetidir. Besmeleyi Fâtiha Sûresinin âyeti saymayanlara göre ise, “Sıratallezîne enamte aleyhim” ayrı bir âyet, “Ğayri’l-mağdûbi aleyhim ve’le’d-dâllîn” ayrı bir âyet sayılmıştır. (s. 72)

Fâtiha Sûresinin âyet sayısı 7, kelimelerinin sayısı 25 ve harflerinin sayısı 123’tür.


Fâtiha Sûresinin Sûrenin İniş Sebebi ve İndiği Yer

Fâtiha Sûresi, namazın farz kılındığı sırada Arş’ın altından Mekke’de inmiştir. Dolayısıyla sûrenin iniş sebebi “Namazın farz kılınmasıdır.” denilebilir. Sûrenin Medine’de indiği, bir kısmı Mekke’de bir kısmı Medine’de indiği, biri Mekke biri Medine’de olmak üzere iki kere indiği de söylenmiştir. Namaz farz kılınınca Mekke’de, kıble Ka’be tarafına çevrilince Medine’de tekrar indiği ileri sürülmüş, iki kere indiği için de “Tekrarlanan yedi” (Sebu’l-Mesânî) denmiştir. Faziletine binaen tekrar tekrar inmiştir. (s. 79)


Fâtiha Sûresinin Sûrenin Konusu

Genel olarak sûrenin konusu, Yüce Allah’a övgü ile beraber kullara dua talimidir. Sûre, kullara, Yüce Allah’ın ismiyle nasıl teberrük edileceğini, O’na en mükemmel şekilde nasıl hamd edileceğini, kulluk ve dinin nasıl O’na has kılınacağını, O’ndan nasıl yardım isteneceğini, O’nun gazab ve azabından nasıl sığınılacağını öğretir. Zaten Kur’ân, özet olarak Yüce Allah’ı layığı ile

övme ve O’na gereği gibi kulluk üzerinde durur. Sûrede de bu iki esas işlenir. (s. 80)

Molla Fenari - Fatiha Tefsiri (Özet ve Kitap Yorumu)



el-Hamdü li’llâhi rabbi’l-âlemîn

El-Hamdü li’llah cümlesi, bir görüşe göre ihbârî bir dua cümlesidir. Bu cümle ile Yüce Allah kendi zatını övmüştür. Bununla varlıklara, gerçek hamdin kendisine has olduğunu bildirmek istemiştir. (s. 85)

El-Hamdü li’llah, cümlesinin isim cümlesi olarak gelmesi, devamlılık bildirmek içindir. Hamd her zaman O’nadır, anlamına gelir. Bu ifadesi ile Yüce Rabbimiz kendisine nasıl hamd edileceğini kullarına talim etmektedir. Kulların kendi cümleleriyle Yüce Allah’a hamd etmesi yetersizdir. Bu yüzden Yüce Mevlâ, kendi ilahî cümleleriyle hamd etmiş ve layığı ile hamdi bizlere öğretmiştir. Kul, O’nun ihsanı ve yol göstermesi olmasaydı hakkıyla O’na hamd edemezdi. (s. 86)

Sözlükte hamdin dört manası vardır:

  1. Yaptığı güzel fiillerine karşılık birini övmek.
  2. Nimetlerine karşılık şükür.
  3. Yaptığı her şeye itirazsız rıza.
  4. En güzel sıfatlarıyla birini övmek.

Hamdin başındaki ‘el’ takısını istiğrak manasına alırsak bu manaların hepsi söz konusu olur. El-Hamdü li’llah diyen kul sanki şöyle der: “Tüm güzelim fiillerine karşılık Yüce Allah’ı övüyorum, sonsuz nimetlerine karşılık O’na şükrediyorum, tüm kaza ve kaderine gönülden razıyım ve en güzel sıfatlarıyla O’nu övüyorum.” (s. 88)

Bir hadiste şöyle buyurulmuştur: “Kul, Elhamdülillah dediğinde Yüce Allah şöyle der: ‘Kuluma bir bakın, ona değeri olmayan bir şey verdim, o ise bana paha biçilmez bir karşılık verdi, bana şükretti!” (s. 89)

“Var olmak nimetlerin en büyüğüdür, çünkü hiç kimse yok olmayı istemez. Allah dışında her şeyin varlığı, Yüce Allah’ın lütuf ve keremi sayesindedir. Bu yüzden her varlık, var oluşundan dolayı Allah’a hamd etmelidir.” (s. 98)


O Rahman ve Rahîmdir. Din gününün malikidir.

Besmelede geçmiş olmasına rağmen Yüce Allah’ın er-Rahman ve er-Rahîm sıfatları sûrenin başında tekrar edilmiştir. Bunun hikmetlerini şöyle özetleyebiliriz:

  • Bu, Besmelenin Fâtiha’dan bir âyet olmadığına işaret içindir.
  • Rubûbiyyetin, dünyevî rızıklandırma demek olan rahmâniyet ve uhrevî mağfiret demek olan rahîmiyyet boyutuna işaret için tekrarlanmıştır. (s. 103-104)


Mâlik-i yevmiddîn / Din gününün sahibi

O gün, mahlûkâta hem mülk verilecek hem de yöneticilik verilecektir. Bu yüzden mlk köküne izafe edilmiştir. Aslında melikler cimri olur, bazen de zulmedip haksızlık yaparlar. Ama din günü ahirette, meliklik ve maliklik kullardan alınacak yalnızca Allah’ın olacaktır. O ise ne cimrilik yapar, ne de zulüm ve haksızlık! Bu ifade hem müjdeyi çağrıştırır hem de tehdidi. O, o gün dostlarına şöyle der: “Ben Melik ve Mâlikim, sizleri mülkümle azîz edeceğim, mülkümden vererek size yardım edeceğim, beni bundan hiç kimse alıkoyamayacak!” Düşmanlarına da şöyle seslenecek: “Ben sizin bana yaptıklarınızı iyi biliyorum, artık bu gün yaptıklarınızın karşılığını vereceğim ve artık Benden kaçıp kurtulmanız söz konusu olmayacak!” (s. 107)


Yalnızca Sana ibadet eder ve yalnızca Senden yardım dileriz.

“Âyetin, öncesi ile ilgisi: Elhamdülillah sözü ibadettir. Âyetinde Yüce Rabbimiz, “Nimetlerime şükrederseniz, size artırırım.” buyuruyor. Buna göre sonraki âyet cümlelerinde ibadetler artarak devam ediyor. Bu özel hamd ibadetinin ardından mutlak olarak ibadet ve yardım isteği geliyor ve böylece nimetin tamamlanması isteniyor.” (s. 121)

Sanki şöyle denilmektedir: “Ey Rahman, Rahîm ve Din gününün yegâne sahibi olan Yüce Allahım, biz ibadeti de Sana has kılar, yardımı da yalnızca Senden dileriz. Senden başka hiçbir varlığa kulluk yapmaz, Senden başka hiçbir kimseden de yardım dilemeyiz.” (s. 125)

Bu duanın ardından “İhdinassırata’l-müstakîm/Bizleri dosdoğru yola ilet.” cümlesinin gelmesi; Yüce Allah’tan istenen yardım talebinin açıklamasıdır. Sanki burada; “Peki Ben size nasıl yardım edeyim?” şeklinde bir soru vardır. Bu soruya cevaben “Bizleri dosdoğru yola ileterek yardım et!” cümlesi gelmiştir. Burada hidâyet isteği, hidâyetin artması dileğidir. İbadetten sonra yardım talebinin gelmesi, gerçek ibadetin ancak O’nun yardımıyla mümkün olacağını bildirmek içindir. Evet, O’nun yardım ve tevfikı olmazsa bizler layığı ile O’na ibadet de edemeyiz, kulluk da. Zira O’nun güç ve kuvvetinin ötesinde başka güç ve kuvvet yoktur. Cümle, “Bizler yalnızca Senden yardım dileyerek Sana ibadet ederiz.” diye de anlaşılmıştır. (s. 127)

Bir rivâyete göre Cebrail bu cümleyi Peygamberimize şöyle açıklamıştır: “Ey Rabbimiz yalnızca Sana bel bağlar ve Senden umarız, Senden başkasından değil.” (s. 128)

“Na’büdü” ibadet ve kulluk manalarını kapsar. Gafletten uzak kılınan namaz, gıybetsiz tutulan oruç, minnetsiz verilen sadaka, riyasız yapılan hac, gösterişten uzak yapılan cihad, eziyet etmeden yapılan köle azadı, bıkkınlık gösterilmeden yapılan zikir, ibadet cümlesindendir. Diğer ibadetler de aynı şekilde kusursuz olmalı ki makbul ibadet olsun. (s. 128)

Ve iyyâke Nestaîn/ Yalnızca Senden yardım dileriz: Bu cümleyi İbn Abbas, ‘İbadet konusunda yardımını isteriz.’, Süddî, ‘Güç yetiremeyeceğimiz şeyler konusunda yardımını dileriz.’ diye açıklamışlardır. Yine bu cümle şu şekillerde de anlaşılmıştır: “Bizi ibadetten alıkoymak isteyen şeytanla savaşımızda yardımını dileriz. Din ve dünyamız konusunda bizim hayrımıza olan işlerde yardımını isteriz.” (s. 129)


Namaz ve Fatiha ile ilgili kutsi hadis

“Ebû Hüreyre’den rivâyet edildiğine göre Peygamberimiz bir kudsî hadislerinde şöyle buyurmuştur:

- “Yüce Allah buyurdu ki: ‘Ben namazı kendimle kulum arasında ikiye ayırdım. Bunun yarısı benim, yarısı kulumundur, kulum için dilediği vardır. 

- Kul, ‘Elhamdülillahi Rabbi’l-âlemîn.’ dediğinde 

- Yüce Allah şöyle buyurur: ‘Kulum bana hamd etti.’ 

- Kul, ‘Errahmanirrahîm.’ dediğinde 

- Yüce Allah, ‘Kulum beni övdü, medhetti.’ buyurur. 

- Kul, ‘Mâliki yevmiddîn.’ dediğinde 

- Yüce Allah ‘Kulum beni yüceltti.’ der. 

- Kul, ‘İyyâkena’büdü ve iyyake nesteîn.’ dediğinde 

- Yüce Mevlâ ‘Bu cümle benimle kulum arasındadır, kulum için de dilediği vardır.’ buyurur. 

- Kul, ‘İhdinessırata’lmüstakîm’i sonuna kadar okuduğunda 

- Yüce Mevlâ buyurur ki: ‘Bunlar kulum içindir, kulum için istedikleri vardır.” (s. 130)


İbadet nedir?

“İbadet, kazalara rıza, belalara sabır, nimetlere şükürdür. İbadet Allah’ın haber verdiği her şeyi tasdik etmek, takdirine boyun eğme, emir ve nehiylerine itaat etmek, O’nun müjde ve tehditlerine güvenmektir.” (s. 135)


İlet bizleri dosdoğru yola! - Âyetin Öncesi ile Uyumu

İbadeti tamamladıktan sonra dua etmek şer’î bir kuraldır. Yine vesile olacak şeyleri sunduktan sonra ihtiyacı dile getirmek, kast edilen şeyin elde edilmesinden sonra onun devam ve sebatını dilemek örfî bir yoldur. İşte bu yüzden dua ve niyaz, kulluk takdiminden sonra “İhdinâ/Bizi doğru yola ilet.” cümlesi ile geldi. “Yalnızca Sana ibadet ederiz.” cümlesi tevhidin izharı, “Yalnızca Senden yardım dileriz.” cümlesi yardım talebi idi. “Bizi doğru yola ilet.” cümlesi ise, dini üzere kalma talebidir ki bu ibadet ve yardım talebinin gerçekleşmesidir. (s. 138)

“Biz O’ndan yardım talep ettik, O da bize sanki “Size nasıl yardım etmemi istersiniz?” diye sordu. Biz de buna cevaben “Bizi doğru yola ilet.” dedik. Bu cümle ile biz, en büyük maksat olan hidâyeti ikrar ettik.” (s. 138)

Önceki duamızda “Yalnızca Senden yardım dileriz.” derken hangi konuda yardım dilediğimizi belirtmeyip genel ifade kullandık. “Bizi doğru yola ilet.” cümlesi ile bunu özelleştirdik. Çünkü hidâyet üzere kalmak, en çok muhtaç olduğumuz şeydi. Yine o, peygamberlerin ve Allah dostlarının isteyip durduğu şeydir. (s. 138)

Sûrede kapsamlı bir dua örneği sunulmuştur. Şöyle ki önce hamd ü sena, ardından istekler sıralanmıştır. Nitekim Peygamberimizin şöyle buyurduğu rivâyet edilmiştir: “Kim hamd ü sena yapmadan duaya başlarsa, ona icabet edilmez.” (s. 139)


Gazaba uğrayanların ve sapanların yoluna iletme

Yine şöyle bir soru sorulabilir: Neden makbul kimseler tek grup olarak ifade edildi de merdûd kimseler iki grup olarak verildi? Buna da şöyle cevap verilebilir: 

Gazaba uğramışlar, isyankârlardır; dalalette olanlar ise Allah’ı tanımayan cahillerdir. Kendilerine nimet verilenler ise Hakk’ı hakikati layıkıyla tanıyıp gereğince amel edenlerdir. Onlar, bu iki özelliği kendilerinde birleştirebilenlerdir. Bu iki özellikten birini (ilim ve amel) kaybeden kimse ise ya yoldan çıkmış fâsıktır ki o da gazaba uğrayanlardandır. (s. 144)


Sırat-ı müstakîm 

Sırat-ı müstakîm ile İslâm dini kastedilmiştir, zira dosdoğru yol hak dine götürür. Din, dosdoğru yol diye nitelenmiştir. (s. 146)

Sırat-ı müstakîmin kendisinden sonra gelen “Kendilerine nimet verdiklerinin yolu” cümlesiyle açıklanması, herhangi bir kapalılık yahut yanlış anlamaya meydan vermemek ve o yolun, yalnızca mü’minin yolu olduğunu belirtmek içindir.  (s. 146)

“Bize hidâyet et/bize doğru yolu göster.” duasını yapanlar aslında hidâyet üzere olanlardır. Bu dua ile onlar, ilahî lütuflarla üzerinde bulundukları hidâyetin artırılmasını istemektedirler. Tıpkı şu âyette buyrulduğu gibi: “Onlar Rablerine inanmış birkaç gençti. Onların hidâyetlerini artırmış ve kalplerini pekiştirmiştik.” (s. 148)

Sırat-ı müstakîm kavramı ile ilgili şu açıklamalar yapılmıştır:

  • Sırât-ı müstakîm, İslam’dır. (s. 151)
  • Sırât-ı müstakîm, Allah’ın Kitabıdır. Nitekim âyette şöyle buyrulmuştur: “Sana vahyolunana sarıl, sen, şüphesiz doğru yol üzerindesin.” (s. 152)


Kendilerine nimet verdiklerinin yoluna…

Kendilerine nimet verilenlerden kasıt hakkında şu açıklamalar yapılmıştır:

  1. Onlar peygamberlerdir. Nitekim Rabbimiz peygamberlerden bahsettikten sonra, “İşte bunlar Allah’ın kendilerine nimetler sunduğu peygamberler.” buyurmuştur.
  2. Onlar peygamberler ve onların izinde gidenlerdir.
  3. Onlar peygamberler, sıddîklar, şehidler ve salihlerdir. Nitekim âyette şöyle buyrulmuştur: “Kim Allah’a ve Peygambere itaat ederse, işte onlar Allah’ın nimetine eriştirdiği peygamberlerle, dosdoğru olanlar, şehitler ve iyilerle beraberdirler. Onlar ne iyi arkadaştırlar!” (s. 153)


Gazaba uğramışların ve yoldan çıkmışların yoluna değil

Rivâyet edildiğine göre Peygamberimiz(sav) şöyle buyurmuştur: “Gazaba uğramış olanlar Yahudiler, yoldan çıkmış olanlar ise Hıristiyanlardır.” (s. 155)

Yine şu âyette de gazap tüm kâfirlere nispet edilmiştir: “İnandıktan sonra Allah’ı inkâr edip, gönlünü kâfirliğe açanlara Allah katından bir gazap vardır.” 

Aynı şekilde dalalet de hem Yahudilere nispet edilmiş, hem de diğer bütün kâfirlere nispet edilmiştir.

Şu âyetlerde olduğu gibi: 

  • “İşte onlar yeri en kötü ve doğru yoldan en çok sapmış olanlardır.”
  • “İnkâr edenler, Allah yolundan alıkoyanlar, şüphesiz derin bir sapıklığa sapmışlardır.” (s. 156)


Fatiha sonrasında Amin demek ve anlamı

Rivâyet edildiğine göre âmin kelimesinin manası, “Rabbim kabul et.” demektir. Onun, zevalden emin olan, haksızlıktan ve zulümden uzak olan, her şeye güven veren, her şeye şahit olan manalarında Allah’ın ismi olduğu da söylenmiştir. Onun, Allah’ın Arşının hazinelerinden bir hazine olduğu ve yorumunu Allah’tan başka hiç kimsenin bilemeyeceği de söylenmiştir. (s. 157)

Dünyada bir kısım nimetlere nail olmak aslında nimet değildir. Bu, zehirli helva gibi bir şeydir. Onun için buradaki nimetten kasıt dinî nimettir. Çünkü tek başına dünyevî nimetler, nimet değildir. Onun için asıl nimet iman nimetidir. Onun dışındaki nimetler, şarta bağlıdır. İman nimetini veren ise Yüce Allah’tır. (s. 161)

Fâtiha’nın bu dua âyetlerinde, Rab ile kul arasında sanki lisan-ı hal ile şöyle bir karşılıklı konuşma söz konusudur: 

- Kul, ‘Bizi doğru yola ilet.’ dediğinde 

- Yüce Rab, ‘Hangi yola ileteyim?’ diye sorar. 

- Kul, ‘Müstakîm yola.’ diye cevap verir. 

- Bunun üzerine Yüce Rab, ‘Her şey müstakîm, sen hangisini istiyorsun?’ diye sorar. 

- Buna kul cevap verir: ‘Ben, Senin nimet verdiklerinin yolunu istiyorum!’ 

- Buna karşılık Cenab-ı Hak, ‘Varlık âleminde benim nimet vermediğim, rahmetimin kuşatmadığı bir kimse var mı ki.’ der. 

- Buna mukabil kul der ki: ‘Ben ancak, kendilerine zahirî ve batınî nimetleri lütfettiğin kimselerin yolunu istiyorum!’ 

İşte böylece kudsî hadiste zikredilen, bütün bunlar kulum içindir, kulum için istedikleri olacaktır müjdesi gerçekleşir. (s. 170-171)

“Dalalet ehli olanların yoluna da değil!” Rabbin kulunu saptırması, onu sapıklıktan korumamasıdır. Bu korumadan mahrum olan kul, O’nun emirlerini yerine getiremez, O’nun yasaklarından uzak kalamaz. Elbette bu mahrumiyete sebep olan kulun kendisidir. Dalalet, kulun şaşkınlık içerisinde kalmasıdır. (s. 172)


Fâtiha Sûresinde Yüce Allah’ın rububiyet sıfatlarından şu beşi zikredildi: 

  • Allah, 
  • Rab, 
  • Rahman, 
  • Rahîm, 
  • Mâlik. 

Kulluk sıfatlarından da şu beşi anıldı: 

  • Ubûdiyet, 
  • yardım isteği, 
  • hidayet talebi, 
  • istikamet isteği, 
  • nimet talebi. 

Bu beş ilahî isim, kulluğun bu beş haliyle uyum içinde oldu. Sanki şöyle söylendi: Yalnızca Sana ibadet ederiz, çünkü Sen Allah’sın! Yalnız Senden yardım dileriz, çünkü Sen Rabsin! Bizi dosdoğru yola ilet, çünkü Sen Rahmansın! Bizi istikametle rızıklandır, çünkü Sen Rahîmsin! Bize nimetlerini lütfet, çünkü Sen din gününün sahibisin! (s. 181)

Molla Fenari’nin Fatiha Tefsiri kitabını okurken dikkatimi çeken yerleri özet bir şekilde burada paylaştım. Ancak bunlar onun akıcı bir diller ve ayrıntılı olarak yaptığı açıklamaların sadece küçük bir kısmı. Merak edenler ise yazının başında verdiğim bağlantıdan kitabın tamamını PDF olarak indirip okuyabilirler. 


Kitapla ilgili ayrıntılar:

Molla Fenari - Fatiha Tefsiri (Özet ve Kitap Yorumu)


  • Yazar: Molla Fenari
  • Tam adı: Şemseddin Muhammed bin Hamza el-Fenârî
  • Kitap: Molla Fenârî’nin Fâtiha Tefsiri
  • Özgün adı: Aynü’l A’yan (Gözdelerin Gözü)
  • Çeviri ve sadeleştirme: Prof. Dr. Ali Akpınar
  • Nasihat Yayınları 
  • 3. Baskı
  • Malatya
  • 2015
  • 190 sayfa.

Previous Post
No Comment
Add Comment
comment url

Benzer yayınlar