Kitap yorumu: Elxan Elatlı – Şantaj: Bir Genç Kızın Kabus Dolu Hikayesi
Elxan Elatlı’nın Şantaj isimli kitabı, psikolojik bir roman ve genç bir kızın köyden Bakü’ye gelerek üniversite öğrenimi görmesini, burada karşılaştığı zorluklar ve kitabın adından da belli olduğu gibi içinde şantajın da olduğu hayatını karartan, ona kabuslar yaşatan bir dizi olay yaşamasını konu alıyor. Azerbaycanlı yazarın bu akıcı romanının konusu, işlediği temaları ve kitap üzerine benim yorumumu içeren blog yazınının ayrıntılarına geçelim.
Elxan Elatlı – Şantaj romanı üzerine kitap yorumum
Halamı bir kitabı büyük bir ilgiyle okurken gördüm. Ne okuduğunu sorduğumda
genel olarak polisiye eserleri ile ünlü olan Elxan Elatlı’nın bir romanını
okuduğunu bildirdi. Ancak elinde okuyup bitirdiği başka bir kitabı olduğunu da
söyleyerek bana Şantaj romanını verdi. En başta söyleyeyim, Şantaj
romanı ilk sayfalardan sade anlatımı ve akıcılığı ile dikkat çekiyor. Elinize
aldığınızda bırakamayacağınız, kısa sürede bitirebileceğiniz bir kitap. Buna
ek olarak konusu çok güncel, yaşadığımız toplumda yer alan ve bazen de çok
dillendirilmeyen konulardan. Ayrıca yan temelar olarak da bir dizi toplumsal
soruna dikkat çekiyor. Öğrencilerin yaşamı, köyden büyük şehre akın eden
insanların yaşamları gibi.
Kitapta ilgili daha fazla ayrıntıya geçmeden önce hemen bir uyarı yapayım.
Elatlı’nın Şantaj kitabının arka kapağında olan “18+” işaretini çok sonra
gördüm. Bazı bölümleri, özellikle de cinselliği anlatan kısımları yetişkin
okurlar için. Tabii çok açık saçık anlatımı yok. Ancak yine de özellikle
kitabın arka kapağına da konulan bu uyarıyı dile getirmek gerekiyor.
Şantaj romanının anlatım tarzı
Romandaki hikaye birinci tekil şahıs olarak, kitabın ana karakteri Ülker
tarafından anlatılıyor. Ülker’in kendi hikayesine geçmeden önce ilk sayfalarda
“Yazar” notuyla bir paragraf eklenmiş. Burada “Yazar” okurları arasından genç
bir kızın kendi yaşam hikayesini yazarak kendisine gönderdiğini ve roman
olarak yazmasını istediğini bildiriyor. Tabii bu kısa nottan sonra ise Ülker
isimli ana krakter kendi dilinden yaşadıklarını anlatmaya başlıyor. Bu açıdan
romana gerçek bir olay olduğu izlenimi kazandırıyor.
Zaten romanın içinde de Ülke sık sık en sevdiği yazardan, onun imza gününe
gitmesinden, kitaplarını imzalatmasından, yazara kendi yazdığı öyküyü
göstermesinden bahsediliyor. Tüm bunlarla aslında Elxan Elatlı kendisine
göndermeler yapıyor. Ancak hiçbir zaman romandaki “yazarın” kendisi olduğunu
söylemiyor.
Romanı okuduktan sonra Elatlı’nın romandaki öykünün gerçek olup olmadığı ile
ilgili bir açıklaması var mı diye baksam da böyle bir bilgiye ulaşamadım. Bu
açıdan, bu romanın gerçek bir olay izlenimi verilerek yazılmış bir roman
olduğunu söyleyebiliriz. Ancak tabii yazarın buradaki öyküyü oluşturarken,
gerçek hayattaki benzer olaylardan esinlendiği söylenebilir.
Gerçek bir olaymış gibi anlatılan ancak tamamen kurmaca olan bir dizi eser
aklıma geliyor. Mesela Yann Martel’in Pi'nin Yaşamı romanı böyle bir anlatıma
sahip. Aynı şekilde Michael Crichton’un 13. Savaşçı (ilk önce Ölü Yiyenler:
İbn Fadlan'ın MS 922'de Kuzeylilerle Yaşadıklarını Anlattığı El Yazması
başlığı ile yayınlanmıştı) romanı da gerçek bir hikaye anlatıyor tarzından
yazılan kurmaca kitaplar.
Benzer bir durumu Fargo dizisinde de hatırlıyorum. Her bölümün başında,
“burada anlatılanlar gerçek olaylardır, sadece kurbanlara saygıdan dolayı
karakterlerin adları değiştirlmiştir” gibi bir ifade kullanılsa da bu sadece
dizinin izleyici üzerinde daha fazla etki yapmasını sağlamak için yapımcıların
kurguya kattıkları bir tür anlatım tekniğidir diyebiliriz.
Romanın ana karakteri Ülker ve diğer önemli karakterler
Romanın ana karakteri Ülker, Azerbaycan’ın batısındaki bir köyde yaşayan genç
bir kız ve Azerbaycan dili ve edebiyatı öğretmeninin de etkisi ile okumayı çok
seviyor. Hatta onun gibi öğretmen olma arzusu ile yaşıyor. Ayrıca romanda
“yazar” olarak geçen ve çoğunlukla kitabın yazarı Elxan Elatlı'ya gönderme
yapılan bir polisiye yazarını beğeniyor ve kendisi de hikayeler yazmaya
çalışıyor.
Ülker karakterinin en dikkat çeken sorunu, ailesi tarafından anlaşılmamak. Bir
kız çocuğu olarak yalnızlaştırılan, belirli yasaklarla sınırlanması dikkat
çekiyor. Romanda anlatıcı Ülker kendisi olduğu için sürekli özgürlükten
bahseder. Bir kadın olarak özgürlüğünün kısıtlanmasından şikayet eder. En çok
da babasından sevgi görmemesi üzerinde duruluyor. Yaşadığı toplumda kız
çocuklarına ve kadınlara genellikle sadece 'namus' kavramı üzerinden
bakıldığını görüyoruz. Ülker, ailesinin, babasının ve erkek arkadaşlarının
sürekli olarak 'namuslarına zarar verebileceği' düşüncesiyle baskı altında
tutuluyor. Bu nedenle Ülker, babasından hiç sevgi görmediğini belirtir.
Babası, 'Kızıma fazla ilgi, alaka ve sevgi gösterirsem şımarır ve yüzümü kara
çıkarır,' diye düşünüyordu.
Hatta bundan dolayı Ülker’in Bakü’ye gitmek, burada üniversite okuyarak
öğretmen olmak isteğine babası ve ailesi ilk başlarda olumsuz cevap verir.
Ancak sonrada kabul etseler de bir dizi şartla gitmesine izin verirler.
Ülker için Bakü’ye gitmek, okumak, sonra öğretmen olmak bir anlamda özgür
olmanın ilk adımları. Ancak Bakü’deki ilk yıllarında aynı zamanda ilk defa
aşık olma, en azından öyle sandığı duyguları da tadar. Bunlar aslında
ailesinin hiç kabul etmeyeceği şeyler. Zaman zaman 'gelecekte evleneceğiz'
hayalleri kurduğu ilişkilerde bir dizi olumsuz olayla karşılaşır. Bu
olaylardan biri, sevdiğini sandığı birine gönderdiği fotoğraflardır; iç
çamaşırıyla çektirdiği bu fotoğraflar daha sonra kabusu haline gelecektir.
Hatta kitabın adından da belli olduğu gibi bir şantaja dönüşecek. Ondan sonra
geleceğe umutla bakan bu kızın hayatından hiçbir zaman hayal bile etmediği çok
zor anlar yaşanacak. Ülker de zaman zaman hatasını kabul ederek yaşadıklarını
anlatır.
Romanın diğer dikkat çeken karakterleri arasında Amir isimli genç ve yakışıklı
bir erkek var. İlk bakışta Ülker için mükemmel bir erkek, en ideal bir koca
adayı olarak görülse de daha sonra olaylar tamamen farklı yöne doğru gelişir.
İstediği kızla istediği gibi davranan Amir, Ülker'in 'namus' olarak gördüğü
bir konuda en ufak bir hatasını gördüğünde ortalığı ayağa kaldırır. Ardından
ise kendi gerçek iç yüzünü ortaya çıkarır. Ülker’in en büyük kabusu olur.
Romanın işlediği temalar
Romanda Azerbaycan toplumu ile ilgili bir dizi tema işlemiyor. Bunlardan
kısaca bahsedelim.
Kadın: Toplumda kadının durumu ile ilgili bir dizi konu işleniyor. Daha önce
de belirttiğim gibi, Ülker'in eğitim alma isteği başlangıçta olumsuz
karşılanır. Bunun dışında genç kızların karşı cinsle olan ilk
ilişkileri, farklı duyguları deneyimlemeleri gibi konular Ülker ve ev
arkadaşları aracılığıyla ele alınıyor. Sevgi, aşk, eğer bir ilişki başarısız
olursa bu sefer aşkın nefrete dönüşme üzerine kitaptan bir alıntı şöyle:
“Sevirdim? Nə olsun? Sevməmiş olaydım kaş. Bir də sevgi ilə nifrətin arasında nə qədər məsafə var ki? Uzağı qaşla göz arasındakı məsafə qədər...” (s. 241)
Öğrencilik: Romanda Azerbaycan’da öğrencilerin karşılaştığı zorluklar, iyi
beslenememesi gibi konular alt tema olarak ele alınıyor. Ülker’in arkadaşları
ile kiralık ev bulması bir sorun, bulduğu evdeki sorunlar, zor koşullar, buna
ek olarak zayıf beslenmeleri de dikkat çeken öğrenci sorunlarından.
Köyde ve büyük şehirde yaşam: Ülker ve ailesi köyde yaşıyor. Ancak teyzesi ve
ailesi göç ederek Bakü’de yaşıyorlar. Yazar bu iki ailenin yaşamı ve özellikle
de beslenmeleri üzerinde bir kıyaslama yapıyor. Dikkatimi çeken kısım şöyle:
“Xalamgil təsəvvürlərimin əksinə olaraq, çox kasıb idi. Yedikləri badımcan, kartof qızartması, ucuz kolbasa- sosis, makaron, düyü şorbası və bu kimi şeylər olurdu. Səfa dayının ayda bir dəfə haradansa alıb gətirdiyi ətdən ət dadı gəlmirdi, bilmək olmurdu nə ətidir.Mən belə həyata alışmamışdım. Kənddə nəyimiz olmasa da, yeməyimiz bol, keyfiyyətli və orqanik olurdu. Kənd ca- maatı növbə ilə dana kəsirdi, Kənan beş-on kiloqram birdən alıb gətirirdi. Özü də kənddə bəslənmiş təmiz dana ǝti. Özü- müzün qoyunumuz vardı, hərdən atam onlardan kəsirdi və həmin gün mütləq həyətdə kabab çəkirdik. Səhər yeməyi süfrəmizdə təmiz nehrə yağı, anamın özünün düzəltdiyi pendir, kənd yumurtası, doşab, bəzən hətta bal olurdu.” (s. 48-49)
Elxan Elatlı’nın Şantaj romanı ile ilgili eleştirim
Şantaj romanı ile ilgili bu kitap yorumu yazımın başında, eserin akıcı bir
anlatımı olduğunu söylemiştim. Konusu okuru meraklandırdıçta elinizde bırakmak
istemeyeceğiniz gerilimin yüksek olduğu anlar da olacak. Ancak bir konuda
yazarı eleştirmek istiyorum.
Ana karakter Ülker’i güzel ve çekici bir kız olarak tasvir ediyor. Ancak
romanın kurcusunda ana karakterin önüne çıkan her erkeği ya kötü niyetli ya da
kötü hasletli olarak okura sunuyor. Babası ve ağabeyinin Ülker’e karşı soğuk
olmalarını bir yana bırakırsak, tanıştığı, sevgili olduğu her erkek onu cinsel
istismar etmek istiyor. Bununla da kalmıyor; üniversitedeki hocası, sınıf
arkadaşları, hatta mahallede karşılaştığı taksi şoförü bile... Romandaki
neredeyse tüm erkek karakterler olumsuz bir şekilde tasvir edilmiş. Özellikle
erkeklerin kadınları cinsel bir obje olarak görmesi ve sürekli onları
kullanmaya çalışması teması aşırı derecede vurgulanmış diyebilirim. Bu kadar
olumsuz erkek karakterinin yanında en azından birkaç onurlu, dürüst ve
şefkatli erkek karakterine de yer verilebilirdi.
Sonuç olarak, Elxan Elatlı’nın okuduğum bu kitabının akıcı anlatımı, ilgi
çekici konusu, güncel toplumsal sorunlara dikkat çekmesi açısında okunmaya
değer ve başarılı bir roman olduğunu söyleyebilirim.
Elxan Elatlı
Şantaj
TEAS Press
2. Baskı
2024
400 sayfa