Kitap yorumu: Paula Hawkins - Trendeki Kız

Kitap yorumu: Paula Hawkins - Trendeki Kız


İngiliz yazar Paula Hawkins, edebiyat dünyasına Trendeki Kız romanı ile adımını atmıştı. Yazarın 2015 yılında yayımlanan bu kitabı psikolojik gerilim ve bir polisiye. Romanın en dikkat çeken kısmı ise yazım üslubu. 

Kitap çıkar çıkmaz da okurun ilgisini çekmiş ki haftalarca New York Çok Satanlar listesinden inmemiş. Tabii bu kadar ünlü olunca da 2016 yılında film uyarlaması da izleyici ile buluştu.  

Kitap yorumu: Paula Hawkins - Trendeki Kız


Şimdi de kitabın konusunda bahsedelim. Rachel, mutsuz bir kadın. Çocuğu olmadığı için içkiye başlamış, sonuçta da bu evliliğini yıkmıştı. Eski eşi ise henüz evliyken ilişki yaşamaya başladığı bir kadınla (Anna) evlenmiş ve arık bir çocukları da var. 

Rachel her gün Londra’da yaşadığı yerden işe trenle gidip geliyor. Bu yolculuğu sırasında ise tren raylarının yanındaki evleri seyrediyor. Özellikle bir evdeki çift dikkatini çekiyor. Çünkü çok mutlu görünüyorlar. Onları tanımasa da onlara Jess ve Jason isimlerini vermiş. Kendisinin sahip olmadığı evlilik ve mutluluğu onların yaşadığına inanıyor:

“İsimlerini de bilmediğim için onlara benim isim vermem gerekmişti. Jason, çünkü İngiliz film yıldızları gibi yakışıklıydı, Depp’e ya da Pitt’e değil, Firth’e ya da Jason Isaacs’e benziyordu. Jess de Jason ile uyumluydu ve ona da yakışıyordu. Güzel ve umursamaz tavrına uyuyordu. Onlar bir çift, bir takımdı. Mutlu olduklarını tahmin ediyordum. Benim eski hâlim gibi, beş yıl önceki Tom ve ben gibiydiler. Kaybettiğim şey onlardaydı, istediğim her şeye sahiptiler.” (s. 25)

Uzaktan trenle evlerinin yanından geçen bu çiftin aslında göründükleri kadar mutlu olmadıklarını bilmiyor. Ancak bir gün bunu öğrenir. Çünkü her gün sabah işe giderken evinin yanından geçtiği ve Jess diye ad taktığı bu kadının kayıp olduğu ile ilgili bir haber görür gazetede. 

İşte bundan sonra Rachel sadece onları uzaktan seyreden trendeki bir kız olmayacak, asıl adı Megan olan kadının kayıp olması olayının tam içinde olmaya başlayacak. Sonuçta olay bir cinayet soruşturmasına dönüşecek ki olayın failini polis ile birlikte Rachel de aramaya başlayacak. 

Megan ve Anna


Yazar zaman zaman bize diğer iki kadının da yaşadıklarını anlatıyor. Biri ana karakter Rachel’in Jess ismini taktığı Megan, diğeri ise Rachel’in eski eşi Tom’un önce ilişki yaşadığı ve sonra da evlendiği Anna.  

Megan ilk önce kaybolur ve aramaya başlarlar. Daha sonra ise cesedi bulunur ki artık bir cinayet soruşturmasına dönüşür. Uzaktan Rachel’e mutlu bir yuvası olan bir kadın gibi görünen Megan’ın hem mevcut evliliği hem de geçmişinde çok fazla acı var. Okur da yavaş yavaş bunları öğrenecek. 

Megan da nasıl hissettiğini şöyle açıklıyor:

“Boşluk: Bunu anlıyordum. Bunu düzeltmek için yapabileceğiniz hiçbir şeyin olmadığını düşünmeye başlıyordum. Terapi seanslarından anladığım buydu: Hayatınızdaki boşluklar kalıcıydı.” (s. 117)

Bir de Anna var. Onun da bir dizi sorunu var ve en büyüğü de Rachel. Çünkü sürekli eski eşini arayıp durur. Evlerine gelir ve sair. Tom ise Rachel ile yaşadıkları evde kalmayı seçmiş ve Anna’yı da burada yaşamaya ikna etmişti. Bu ev ise Megan’ın evine çok yakın. Hatta Megan bir süre Tom ve Anna’nın kızlarına bakıcılık bile yapmıştı.

Bundan dolayı aslında bu üç kadını - Rachel, Anna ve Megan- bir birine bağlayan şeyler de var. Megan’ın nasıl biri olduğunu ise söylediği aşağıdaki cümleler bir nebze açıklıyor:

“Yüzümü yıkarken ne kadar yorgun, ne kadar kabarmış ve bakımsız ve korkunç olduğumu fark ettim. Bir elbise ve topuklu ayakkabı giyip, saçlarıma fön çekip biraz makyaj yaptıktan sonra sokakta yürüyüp erkekleri kendime baktırma ihtiyacını yeniden hissetmiştim. Çalışmayı özlüyordum ama Tom ile tanıştığım, işimin kazançlı olan son senesinde çalışmanın benim için önemini de özlüyordum. Metres olmayı özlüyordum. Hoşuma gidiyordu. Aslında çok seviyordum. Hiç vicdan azabı çekmemiştim. Çekmişim gibi yapıyordum.” (s. 264)

Yazarın anlatım tarzı


Yazar Paula Hawkins, açıkçası daha önce hiç karşılaşmadığım bir yazım tarzı ile anlatmayı seçmiş bu romanını. Üç farklı birinci tekil şahıs var romanda: Rachel, Anna ve Megan. Hepsi de kendi yaşadıklarını kendileri anlatıyorlar. Bazen geçmişe giderek bazen de o an yaşadıklarını anlatarak.

Ayrıca yazar her şeyi gün gün anlatmayı seçmiş. Anlatan kimse, o gün yaşadıklarını bir tarih altında anlatıyor. Bu tarih ise sabah ve akşam diye ikiye bölünerek anlatılıyor. Bir tür günlük anlatımı tarzında. 

Romandaki ilk bölüm “5 Temmuz 2013 Cuma” diye başlıyor ve Rachel o gün sabah ve akşam yaşadıklarını anlatıyor. Bölümlerin başlığında ise anlatıcının ismi var. Yani isimlerini saydığımız bu üç kadının. Birinci tekil şahıs ile olayları ve yaşadıklarını kim anlatıyorsa onun ismi bölüm başlığında yer alıyor. 

Birinci tekil şahıs üzerinden farklı bir anlatımı olan bir kitabı hatırlattı yazarın üslubu. Bilim kurgu yazarı Ann Leckie de Radch İmparatorluğu Üçlemesi’nin birinci kitabı “Adalet” için yazdıklarıma bakabilirsiniz.

Bu arada olaylar Temmuz ile başlar, Eylül’de her şeyin çözülmesi ile biter. Ancak zaman zaman bazı karakterler daha eski yıllarda başından geçenleri de anlatıyorlar.

Sürükleyici kitaplar / akıcı romanlar ile ilgili bir araştırma yaparken birçoklarının bu kitapla ilgili olumlu yorumlarıyla karşılaşmıştım. Kitabın başlangıcı biraz tekdüze gelebilir. Çünkü zaten ana karakter Rachel’in yaşamı böyle. Boşanmış, yalnız, alkolik bir kadın. Ama daha sonra olayın içinde birden fazla gizem, sır ve cinayet girince gayet akıcı bir şekilde okunuyor. 

Kitap yorumu: Paula Hawkins - Trendeki Kız


Paula Hawkins
Trendeki Kız
Özgün adı: The Girl on the Train
Çev: Aslıhan Kuzucan
İthaki Yayınları
İstanbul
2015
360 sayfa.
Next Post Previous Post
No Comment
Add Comment
comment url

Benzer yayınlar